Zindan hepten çekilmez oldu. Orada olmalıydık, enkazdan yükselen sese derman olmalıydık. Kötülüğe isyana ses katmalıydık. Yitip giden canlar anısına çığlığı arşa varan çocuğun hatırına; bir ekmek, bir damla su, bir tas çorba, bir çadır çok görülen halkın feryadına…
Serdar Altan*
Üşüdüm
Bedenim yıkıntılar arasında
Enkazda
Kaç vakit geçti bilemedim, zaman takıldı göremedim
Vuruldum
Bir kovuğa sığındım
Üzerimde taş ve moloz
Yoruldum
Şu parçalanan bedenim mi yoksa umutlar mı enkazda
Bu virane çok soğuk
Üşüdüm
Bir çaresizliğe savruldum
Dışarıda irite eden tekbir sesleri
Umutları yıkıntılara gark eden tanrılara şükran
Beni boğan tufan
Var mıdır bu kıyıma feveran
Havar havar!
Şu dayatılmış çaresizliğe isyan
İman edilmiş kadere, samimiyetsizliğe, iş bilmezliğe, kötülüğe, aşağılık aymazlığa
Üşüdüm
Bir enkaza gömüldüm
Zemheride, ayazda
Usulca çekiliyor kanım
Ruhum bedenimden kopuyor sanki
Canımı alacak şu kolon, demir taş ve yığın
Hayır hayır!
Üşüyerek ölüyorum galiba.
(Enkazların altında son nefesini veren tüm canlara)
Bilemedim birkaç dize sağaltır mı yaralarımızı, enkazın altında kalan canları geri getirebilir mi? Umutları, hayalleri diriltir mi, peki ne teselli edecek bizi? Nasıl saracağız derin yaraları, kanamış bedenleri, ruhları? Zaman 6 Şubat’a takılı kaldı, saatler 04:17’ye…
Pazarcık’ı vurdu deprem, sonra Elbistan’ı. Sarsıldı Maraş, yıkıldı Hatay, viran oldu; Adıyaman, Antep, Malatya, Urfa, Amed… Halep’i de yıktı geçti, Cindiresê hep enkaz… Adana, Kilis, Osmaniye onlarca kasaba, binlerce köy.
Yıkıldık ey halkım enkaz altında kaldık. Sadece demir, kum, betondan oluşan moloz değil bu enkaz. On yılların biriktirdiği pisliğin, kokuşmuşluğun, yolsuzluğun, usulsüzlüğün, zalimliğin, düşman hukukunun, faşizmin, barbarlığın ve daha sayamayacağım bir sürü kötülüğün enkazı. Kaldırırız bu kumu çakılı üzerimizden, çürük duvarlar kolonlar parçalayamaz bedenimizi. Ama şu kötülükler var ya! Çürüttü bedenlerimizi, ezdi geçti tenimizi, kemiğimizi. Kırıklar içerisindeyiz, kanıyor her yanımız. Yıkıldık, enkazın altında kaldık. Zindanda sarsıldık biz de. Halkımızla birlikte enkazda kaldık. Yıkıntılar her yanımızı sardı, acılar, feryatlar… Her bir artçı binaları sarsmakla kalmadı, bedenimizi, ruhumuzu titretti. Her bir sarsıntı ne kadar daha yıktı acaba, ya ikinci deprem?
Sarstı yine her yanı, yıktı geçti tüm umutları, parçaladı yürekleri. Biz mahpusta tutsak, halkım enkazda mahpus. Her yanımız feryat ve figan. Çaresizliğin laneti vurdu içimizi. Kıra kıra ilerledi fay hatları. Kırıklarla doldurdu hıçkıran nefesimizi, soluk alışımızda boğulduk. Zindan hepten çekilmez oldu. Orada olmalıydık, enkazdan yükselen sese derman olmalıydık. Kötülüğe isyana ses katmalıydık. Yitip giden canlar anısına çığlığı arşa varan çocuğun hatırına; bir ekmek, bir damla su, bir tas çorba, bir çadır çok görülen halkın feryadına…
23 meslektaşımız da can vermiş enkaz altında. Onlara uzansaydı elimiz. Engelleniyormuş arkadaşlarımız, onlarla omuz omuza verebilseydik. Ne mümkün, halkımız enkaz altında mahpus, biz mahpusta tutsak.
Yıkıldık ey halkım enkaz altında kaldık. Ama bu kez yıkılan sadece biz olmadık. Bu enkazın müsebbibi kötülük de yıkıntılar arasında. Neresinden tutarlarsa ellerinde kalıyor. Günler sonra tıpkı akbabalar gibi üşüştüler enkazın başına. Yağmacılar şimdi de acılarımızı yağmalayacaklar. Talan etmeye hazır bekliyorlar. Aslında pek de bekleme gereği görmediler, tepiniyorlar ölü canlar üzerinde. Ekranlarda mal bulmuş mağribi misali acıları sömürüyorlar. Her biri bir reklam bir PR çalışmasında, halktan aldıklarını halka verme ahlaksızlığı, kalantor sermayedarların şapur şupur dökülen yardım samimiyetsizliği.
Amaç çoktan hasıl olmuştu. Düzenlenecek yardım kampanyasıyla yoksul halkın üç kuruşuna da çökeceklerdi. Kumbarasını kıran çocukların samimiyetine göz dikmişlerdi. Onlar bir cepten alıp öbürüne koyarken, ineğini satanın, doğum parası biriktirenin, kenara üç beş bir şey koyanın tüm varlığını aldılar. El ele verip milyonların kumbarasını kırdılar. Evet, acımasızdır kapitalizm, yoksulu daha yoksul, zengini ihya etmek üzerine kuruludur. Ama bu akbabalar bir çocuğun kumbarasına göz dikecek kadar ahlaksız. O yüzden diyoruz ya, sadece enkazın üzerinde tepinmiyorlar, acılarımızı yağmalıyorlar, talan ediyorlar tüm umutları. Benliğimizi sömürmeye çalışıyorlar, çocuklarımızın geleceğine göz dikiyorlar. Yıkıldık ey halkım ve yıkıntılar arasında biz zindanda tutsak, halkım enkaz altında.
Enkazın yaratıcıları da şimdi karartma peşinde. Bunca yaşanmışlığı, kötülüğü yok etmeye yok saymaya çalışıyorlar. Her çıkan çatlak sesi bastırma çabası içerisindeler. Enkazda bıraktık 23 basın mensubu canımızı, şimdi geride kalanların üstünü de enkazla kapatmaya çalışıyorlar. Gazetecilere, dijital medya kullanıcılarına tehdit gırla. Özgür Basın’ı zapt edemiyorlar, susturamıyorlar. Kıyısından köşesinden az biraz yaşananları göstermeye çalışan ana akıma gösterdiler sopayı. Birkaç çatlak sesi bertaraf edince yine fabrika ayarlarına döndüler. Ekranlar övgüden geçilmiyor. Onların dilinde ise sövgü. Not ediyorlarmış her bir aykırı konuşanı, anlatanı, yazanı. Not etsinler bakalım. Özgür kalemler de tarihe not düşüyor. Bunca kötülüğün kaybolacağını sanıyorlarsa aldanıyorlar. Bedel verdi Özgür Basın, can verdi ama kalemini teslim etmedi. Not edin bakalım ne kadar sayfa doldurabileceğinizi görelim. Hatta bizi de yazın diyeceğim ama sözcüklerim zayi olacak. Zira kara kaplı defterlerinizde, kırmızı kitaplarınızda isimlerimiz kalın harflerle bir hattat ustalığı ile işlenmiş durumda.
Peki, sustuk mu? Neyse siz not etmeye devam edin. Bir gün bizim de işimize yarayacaktır. Her şeye rağmen enkazların altından yeşerteceğiz umutları, yaşamları. Bahar çiçekleri tomurcuklanmaya başladı.
*Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eş Başkanı, Diyarbakır 2 nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi