Beyza Üstün
Siz nasıl isyan edersiniz? Sessiz mi, herkesin duyabileceği kadar yüksek mi? Ne zaman yükselir çığlığınız? Boğazınız daraldığında mı? Sıra size yaklaştığında mı? Ne zaman çözmeye yeltenirsiniz? Yoksa susanlardan mısınız? Koşmayanlardan, eğilip üzerinden aşırtanlardan mı? Çözümü bekleyenlerden mi? Birlikte mi çözersiniz? Sorumluluk alır mısınız örneğin. Nasıl, nerede durursunuz.?
Sahi yaşamın neresindeyiz!
Eminim bizler yaşamın isyanını, çığlığını duyanlardanız, gelişini önden görenlerdeniz. Ve eminim çözüm için koşanlar arasındayız. Çünkü bizler yıllardır süreci önlemek için çaba sarfedenleriz. Bir arada sorumluluk alan mücadele edenleriz. Bundan hiç kuşkum yok. Gözlerimizin içine hava gibi giren gerçeğe karşı göz kapaklarımız işe yaramıyor, kapanamıyor artık. Çünkü her yanımız inliyor. Yaşam isyana durdu. Artık kaçarımız yok.
İki ayrı isyan rüzgarı iniltilerin arasında yükseliyor. İki ayrı olgu, nedenleri ortak. Her biri için bizlerin-henüz vakit var-, -yok dönülmez /çözümsüz boyuta gelmez “kararımız” düşüncelerimizi görmezden gelmeyin/gelmeyelim. Kendimize ayrıcalıklı davranmayalım.
Kırktan fazla akademik özgürlükler için kurulu demokratik kitle örgütü olarak bir arada Üniversite Dayanışma Platformu’nu oluşturduğumuzda, sistemdeki dönüşümün, siyasetin, üniversitenin özerkliğine, üniversite bileşenlerinin hak ve özgürlüğüne, eğitim ve araştırmanın üniversiteyi yönetenlerin iki dudağının arasına, yetkisine sokulmasına karşı akademik özerkliği nasıl koruyoruz diye tartışmalar yürütüyorduk. Süreci, sonuçlarını öngörmemek mümkün değildi.
Eğitim-Sen kokartını odasının kapısına astıklarında arkadaşlarımıza soruşturma açıldığında, sözleşme süreleri dolan araştırma görevlilerinin sözleşmeleri uzatılmadığında, uzatılanlara ahbap, taraftar ayrımı gözetildiğinde, okulda düşüncelerini açıklayan, yemek boykotu yapan öğrenciler soruşturmaya uğradığında, okuldan uzaklaştırıldığında, araştırmaların sonucunu halklarla paylaşan araştırmacılar siyasi iktidar tarafından sözlü saldırıya uğradığında biliyorduk. YÖK’le bu sürecin güçlendirilerek yürütüldüğünü de biliyorduk. Bu yüzden yıllarca YÖK’e, özerkliğe balta vuran her kararına karşı durmaya çabalıyorduk.
Bu suça ortak olmayacağız diyerek siyasi iktidara karşı uyarı yapan bizler yargılanıp beraberinde ne kadar sistemin “uygun bulmadığı” varsa KHK’larla bir gecede işten atıldıklarında, neredeyse tüm araştırma hayatları hatta yaşama tutunacakları tüm hakları yok edildiğinde biliyorduk.
Siyasi iktidarın rejimi dönüştürürken uyguladıklarına karşı duranlar tek tek cezaevlerine atıldığında da sanki sihirli bir el bunlara son verecek diye düşünmüş olmalıyız ki siyasi iktidarın en çok güvendiği yerden vurulduk. Sıra bize gelmez diye düşünenimizden mücadele edeni öteki kılmamıza kadar yan yana duramayanlar, yan yana gelmek için geç kalanlar, yani bizler, biz olamadığımız için vıcık vıcık eller boğazımıza yapışmış durumda. Şimdi o ellerden kurtulma, korkmadan bizimle birlikte olanla, biz olarak birlikte tutum alma zamanı. Artık daha fazla zamanımız yok.
Boğaziçi Üniversitesi isyan ediyor, kapısına vurulan kelepçeye, öğrencilerin yerlerde sürüklenmesine, fişlenmesine, LGBTİ+ olanların saldırıya uğramasına, akademi ile ilgisi olmayan üniversiteye dayatılan kişinin/kayyumun yönetimine girmeye, siyasi iktidarın kadrolaşması için açılan bölümlere, fakültelere, siyasi iktidarın payandası meşrulaştırılma zemini olmaya, araştırmaların eğitimin öncelik olduğu geleneğin bilim dışı sürecin merkezine sokulmaya çalışılmasına hayır diyor. Öğretim üyeleri kayyuma isyan ediyor. Akademik yaşamı 5 aydır yansıtmayan binaya sırtını dönüyor. Öğrenciler, gençler okumak istedikleri üniversitelerinde yapılan bu müdahaleye, eğitim-öğretimin içinin işlevinin boşaltılmasını, siyasete alet edilmesini protesto ediyor. Duyulabilecek en yüksek perdeden haykırıyorlar, akademik hayatı durdurmaya, boykota çağırıyorlar.
Bu çağrı bize, hepimize; eğilmeyin, üzerinizden aşırtmayın çağrısı artık yeter; durdurun/ durduralım haykırışı.
Bir başka çığlık çok yakınımızdan, çok uzak gördüğümüzden, yaşamımızdan geliyor. Marmara Denizi’nden. Denizin dibinden, nefes alamayan su canlılarından, yapışıp kalkamayan martılardan, onların yardımına koşan rüzgardan, yıllardır gidişi görüp önleyemeyenlerden bu çığlık üstüne vıcık vıcık musilaj yapışan yaşamdan geliyor.
2000’li yıllar boyunca atık deşarjından sorumlu olanlar uyarıldı; yükümlülüklerini, sorumluluklarını bilmelerine rağmen ekosistemler yapılaşmaya açıldı, atık depo sahaları haline dönüştürüldü, üretim, kent atıkları bir yerden alınıp başka bir yere gömüldü. Denizlerin çevresinde kurulu kentlerin atık suları su kanalizasyon işleri tarafından derin deşarjlarla denizin diplerine boca edildi. Akarsular, kanalizasyon kabul edilip kıyısından endüstriyel evsel atık sular, atıklar içine bırakılıverdi. Trakya’daki sanayilerin, organize sanayi sitelerinin arıtma tesisleri iptal ettirilip atık sular toplanıp Marmara’nın derinliklerine bırakıldı.
Susurluk Bursa’nın atık sularının taşıyıcısı oldu. Küçükçekmece Lagünü’nü besleyen Nakkaşdere, Sazlıdere, Eskinoz ve Marmara’ya dökülen Ayamama ve daha pek çok dere sanayi atıklarını Marmara’ya durmadan, dinlenmeden taşıdı. Bir ekosisteme baş edebileceğinden fazla yükü umursamadan verirseniz o sistem önce bu yükü tüketmeye çabalar, bunun için mikro canlılar, baskın karaktere uygun canlılar çoğalır, diğerleri yok olur. Giderek de yaşam sonlanır. Marmara’daki bu baskın yapısı musilaj, yaşamı öldürüyor, yayılıyor, yok ediyor.
Sorumluları ise eminim üzerine alınmadan izliyorlardır. Derin deşarj kararı alan il idareleri akarsuları, gölleri, lagünleri kanalizasyona deşarj standartları ile denetleyen, deşarj izni veren su kanalizasyon işleri, arıtma yerine atık sularını doğal ortama bırakan sanayiler ön arıtma (fiziksel ayırma ile) topladıkları kent atık suların denize boca eden yerel yönetimler, ekosistemleri yapılaşmaya açan siyasi iktidarlar bu çığlığın, bu yok oluşun sorumlususunuz.
ÇMO İstanbul Şube yönetimi, Trakya Platformu, ODTÜ Deniz Araştırmacıları; yıllardır ekosistemlerde araştırma yapanların sözünü netleştirerek birkaç kelime ile çözümü ve çözümün ne denli ivedi yerine getirilmesini özetliyor.
Deniz nefes almıyor, oksijen tükeniyor, üreme duruyor, canlılar tek tek ölüyor. Atık su deniz deşarjını sonlayın. Tam arıtmadan deşarjı önleyin.
Artık durdurun.