Beyza Üstün
2000’li yıllarda şirketler krize girince şirket-iktidar ortaklığı sulardan başlayarak; çaylardan ırmaklara yeraltısularına, çağlayanlardan, kanyonlaradan, lagünlere, göllere, denizlere kadar sulak alanların ekolojinin canını, nefesini sermayenin çarklarına dolayıverdi.
Sular, su havzaları sermayeye direnirken ne yasa tanındı ne üst ölçek planlar, ne yaşam.
Orman ekosistemi ağaca indirgendi, cansız varsayıldı, keseriz yenisini dikeriz, toprağı kazarız, kenara yığar sonra başka yere yığarız dendi. Ormanların, tarım alanlarının tanımı değiştirildi. Üst ölçek planlar da üzerine konan bir işaretle bu alanlar yapılaşmaya açılabilir kılındı, proje alanı olarak tanımlandı. Torba yasalarla doğal alanların şirketlerin kullanımına sokulması “yasal” hale getirildi. Sermayenin çarkı yaşamı parçalaya parçalaya dönerken ekonomik kriz içinde olanlar birkaç yıl içinde sayılı zenginler arasında yerlerini almaya başladı. Siyasi iktidar – şirket birlikteliği devletin koruyuculuğunda yaşamı, yaşam alanlarını yok ede ede bu sömürüyü sürdürdü. Kendilerine ne pandemi engel olabildi ne ekosistemlerin çığlığı.
Enerji, maden, inşaat, su şirketlerine karşı yaşamı koruyanların önüne şirketlerin koruyucuları çıkmaya başladı.
Devletin güvenlik güçleri, dozerleri, kepçeleri, şirketi koruyarak halkın önünde mücadele edenlerin karşısında barikat oldu.
Yaşam bu saldırı karşısında boş durmadı, durmuyor. Dereler kardeşliği ördü, halklar birbirine sarıldı, kadınlar, çiftçiler, köylüler, ekoloji örgütleri günlerce gecelerce şirketleri kollayan güvenlik güçlerinin önünde yaşamı, dereleri, ormanı, bağı, bahçeyi, yaylayı korumak için nöbet tuttu.
Kurdun, kuşun, balığın, börtü böceğin, çağlayanın sözcüsü, siperi oldular. Yaşamın hukuku için hukuk mücadelesi verdiler. Engel olamazsınız arkalarında devlet var, mafya var, onlar çok güçlüler, paraları var, diyenlere inat mücadeleden vazgeçmediler. Ellerindeki kuru bir ağaç dalı ile burayı geçemezsiniz diye kol kola girip jandarmaya, polise ve onların korudukları şirkete sınır çizdiler.
Bu sular özgür akmazsa, akışından koparılıp borulara hapsedilirse, şirkete verilirse yaşam yok olur, ne yer, ne içeriz, nasıl geçiniriz, hayvanlar bitkiler, doğa nasıl yaşar, bu kadar parayı ne yapacaklar diyen bilgelerin mücadelesinden sesler birbiri ile buluştu. Kendilerine sunulan rüşvetleri, tehditleri, vaatleri hiç umursamadılar.
Bugünlerde İkizdere’nin sesi yankılanıyor. Gece yarısı nöbet çadırlarına saldırı olsa da Ulaştırma ve Altyapı Bakanı İkizdere’de direnenleri, yaşam alanlarını koruyan İkizderelileri, yaşamı savunanları provokatör ilan etse de hatta direnenleri işlerinden atılma tehdidi olsa da polis ve jandarma yan yana Gürdere ve Cevizlik köyünde taşocakları açmaya, Karadeniz’in kıyısına İyidere Lojistik Limanı’nı yapmak isteyen Cengiz şirketini korusa da kadınlar, yöre halkı mücadele etmekten bir adım geri atmıyor, kocaman yürekleri ile seslerini hepimize ulaştırıyor.
Halk kendi arazisine kimlik bilgisi sorgulanarak girebiliyor, nöbetçi savcı halkın itiraz başvurusunu almamak için görev yerine gitmiyor. Her derde deva yasak gerekçesi Kovid virüsü halkın, ekoloji örgütlerinin yapacağı basın açıklaması için yasaklama gerekçesi olmayı İkizdere’de de sürdürüyor. Cengiz ise işini hızla yapmaya, orman ekosistemini yok ede ede, kıyıyı doldura doldura talanını sürdürüyor. Denize 16 milyar ton taş dolgu yapılacak.
Siyasi iktidar her yerde yaptığı gibi bu şirkete de çoklu hak tanımış, ormanı Eskencedere’nin havzasını delik deşik edecek taş ocakları iznini gizleyerek denizin kıyısını içini doldurma ve yapılaştırma / liman iznini açıktan vererek ormanı su havzasını, denizi kendisine sunmuş. İkizdere, Gürdere Cengiz İnşaat’ın ilk talanı olmayacak. Murgul’dan, Küre’den, Çanakkale Bayramiç’e dağlar, yaşam alanları kendilerine sunulmakta. Deştikleri alanlardan çıkardıkları kayaçları işletme tesislerine, tesislerde elde ettikleri metalleri (altın-gümüş-bakır-krom vd.) pazarlara taşımak için limana ihtiyaç duymuşlar demek ki.
Denizin doldurulması liman yapısı içinde taşocaklarına ve beton hazırlama tesislerine gereksinimleri var.
Siyasi iktidar da son 10-12 yıldır görünen ve görünmeyen izinleri vererek ve sınırsız desteği ile şirketleri kollamayı da sürdürmekte. Maden inşaat enerji projelerinin yanı sıra lojistik projeleri de hem şirketleri hem siyasi iktidarı kendi krizlerinden kurtarıyor.
Cengiz inşaat pandemi döneminde ortağı olduğu IGA konsorsiyum içinde lojistik desteği almayı sürdürdü. Bildiğimiz gibi IGA 3. Havalimanı yapımı sırasında yaşanan iş cinayetlerinden yaşam alanlarının yok edilmesinden, Karadeniz’in doldurulmasından sorumlu. Tüm bu doğa tahribatlarının sorumluları birbirini kayırmaya devam etti. İGA’nın 2020 yılında kira borcu silindi. (45 milyon euro) kendilerine garantilenen desteği ayrıca aldıkları da basına yansıdı.(230 milyon euro)
Tüm bu kayırmalar, talanlar sürerken dereler kendileri için mücadele edenlerle birlikte kazanıyor. Dayanışma büyüyor, tüm yaşam alanlarına yayılıyor. Mücadelenin bir muştusu geçtiğimiz haftalarda Yeşilırmak’tan geldi.
Yeşilırmak önündeki engelleri yıka yıka özgürleşiyor. Samsun 1. İdare Mahkemesi Yeşilırmak’ın üzerindeki dört HES için verilen izinleri ÇED olumlu kararları yaşama geri dönüşümsüz etki yapacağı, zarar vereceği gerekçesi ile iptal etti. Taşova halkı, Taşova Çevre Platformu ekoloji mücadelesini kazandı. İzmir Karabağlar – Uzundereliler ‘de JES iptal edildi.
Yeşilırmak coşa coşa denize akmaya, yaşam sunmaya devam edecek. Uzundere, tarım alanlarını, zeytinlikleri boğulmaktan kurtardı.
Yaşamı özgürleştirenlere, mücadeleden vazgeçmeyenlere , dayanışmayı büyütenlere kutlu olsun.