İstanbul Yeşil Sol Parti 1. Bölge 26. sıra adayı Zekine Türkeri, sokağı ve izlenimlerini anlattı: Eve yaklaşırken taksiciden oy istesem mi diye düşünürken, memleket ve halleri muhabbetinden sonra taksici benden oy istedi. ‘Yeşil Sol Parti’ye oy verin!’ dedi!
Hüseyin Kalkan
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’e (Yeşil Sol Parti) adaylık başvurusunda bulunan gazeteci Zekine Türkeri, seçilmesi zor bir sırada aday oldu. Türkeri, konulduğu sırayı tiye aldı ama seçim kampanyasına katılmaktan geri durmadı. Biraz buruk, hafif kızgın kampanya için koşturmaya başladı. Zekine Türkeri ile adaylık süreci ve kampanya çalışmalarını konuştuk. Türkeri’nin sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
- Adaylık süreci nasıl başladı?
Zor soru:) ‘Aslında ben istemedim, halkımız çok ısrar etti’ demeyeceğim neyse ki. Meşhur Yoshy’nin de dediği gibi ‘yok öyle bir Japon atasözü’. Twitter’da adaylık başvurularının son günü olduğunu gördüm ve kendimi gerekli belgeleri hazırlarken buldum! Sonuçta emek, artı liyakat bende de var, bu konuda alçak gönüllü değilim. Özgür Gündem geleneğinden gelen bir gazeteciyim, 30 yıldır Kürt hareketinin yanı başında elimden geleni yapmaya çalışmışım, en son İstanbul HDP’de 2 yıl basın eşsözcülüğü yapmışım, çalışmışım. Belgelerimi 10 dakikada hazırladım, ama başvurmadım. Günler sonra Ankara’daki bir çocukluk arkadaşım bana ihtiyacı olduğunu söyledi, gittim ve kendimi başvururken buldum! Gerisini seçimden sonra bir öyküde mi, romanda mı anlatırım artık, şimdi çok işimiz var, önce şu korkunç rejimi layık olduğu yere gönderelim, bakarız.
- 26. sıradan aday gösterilince ne düşündün, ne yaptın?
Aday değerlendirme komisyonu ilk değerlendirmeden sonra listeye alacağı 600 kişi ile görüşür diye biliyordum, öyle olmadı, basından öğrendim. Telefonum susmayınca sessize aldım. Üst üste mesajlar, kimi tebrik eden, kimi kırıcı… Aklıma xaltî’m (Emetullah Güzel) geldi ilk, 90’larda Diyarbakır’da çalışırken başıma bir şey gelince sarıp sarmalayan şahane kadın. Doğan Güzel’in yıllarca Qirix’ta çizdiği anne, annesi. Sonra ilk yayın yönetmenim Ferda Çetin… Kritik bir karar alırken hayatlarıyla bana sorumluluklarımı hatırlatan iki arkadaşım. Xaltî 3 yıl önce aramızdan ayrıldı, ama onun ‘sorumluluk hatırlatan’ yerini oğlum aldı. 2 yıl önce ‘HDP’de olduğun için seninle gurur duyuyorum’ diyen oğlum. Üçünü düşündüm ve ‘Çalışacağım, elimden geleni yapacağım’ dedim.
- İstanbul’da kampanya nasıl gidiyor? (Depremin kampanyaya etkileri)
Şahane gidiyor diyemeyeceğim tabii. Zorlukları ortada, tek tek saymayayım, liste uzun, faydasız da. Meclis’in 3. büyük partisi HDP’nin kapatılma davası nedeniyle Yeşil Sol Parti olarak seçime gitmek bile hangi koşullarda yarıştığımızı gösteriyor.
Depremin sonuçlarının kampanyamızı etkilememesi mümkün mü? İktidarın deprem yaşamış insanlara bile arsız, vicdansız pratiği öfkemizi diri tutuyor, sorumluluğumuzu arttırıyor.
Özetle bunca acı yaşatan, her pratiği, her saniyesi, bir avuç iktidar sahibi hariç, kendisine oy vermiş olanlar dahil, herkese zarar AKP, MHP ve yeni ortakları tüm devlet imkânlarıyla ve hukuk, yasa takmadan, biz insan kaynağımızla yürütüyoruz kampanyamızı. Hepimizi çürüten bu karanlık iktidarı göndermek dışında bir seçeneğimiz yok.
- Benim şöyle bir gözlemim var. Hem kampanyada çalışanlar, hem de mitinglere, büro açılışlarına katılanlar kadın ağırlıklı. Senin gözlemlerin nasıl?
Öyle çünkü! Müsaadenle az güleyim. Bu kadar yeter, çünkü söyleceklerim hiç komik değil. Seçim kampanyasında da en çok çalışan kadınlar, bizde de. Ve bizde de akıl veren erkekler az değil, neyse ki kadınlar takmıyor. Bu ceberut iktidarın gerilim, korku filmlerinin pabucunu dama atan, son 6-7 yıldaki pratiğinin pek çok muhalifi sindirdiği ortamda bile sokağı zorlamış, çıkmış kadınların seçim kampanyamızda önde olmaları değil, olmamaları şaşırtırdı asıl. Bu yüzyıl kadınların diyoruz, öyle de olacak.
- Kampanya içinde sen yapıyorsun?
Valla koordinasyondaki arkadaşlar nereye uygun görürse oraya gidiyorum. 1. bölge adayıyım, ama Fatih’te oturuyorum, zamanımın önemli bir bölümü yollarda geçiyor. Böyle olunca yolda gözüme kestirdiklerimden de oy istiyorum.
‘Tabanım’ dediği daha önce kendisine oy vermiş olanları cepte keklik gören hangi parti olursa olsun yalnız seçmene hakaret etmiş olmaz, büyük yanılır da. En çok şimdiye kadar AKP’ye oy vermiş olanlardan istiyorum. İstanbul Sözleşmesi’ni yine getireceğiz ve bu kez uygulatacağız diyorum. ‘İstemez’ diyen kadınla karşılaşmadım.
- İlginç şeylerle karşılaştın mı?
Geçen salı sabah çıktım, akşam 2. bölgeden aday arkadaşımız Erdal Doğan’la Can TV’de yayında olacağız. Bir yağmur, bir rüzgâr, o kadar ki şemsiyem uçtu. Bir otelin avlusuna sığındım, genç görevliden bir şemsiye istedim, ‘birinin bıraktığı plastiklerden de olur’ dedim. Gayet güzel bir şemsiye çıkarıp verdi. Şemsiyeyi veren, oy da verir dedim, elimdeki son broşürü verdim. ‘Oy vermeseniz de getiririm, ama verin, bu ağacın altında hepimizin güzel günleri olsun’ dedim. Baktı, ‘peki’ dedi.
Program bitiminde şemsiyeyi iade ettim. Yağmur devam ediyor, Erdal daha müvekkiliyle görüşecek. Neyse, taksiye bindik, Taksim’den sonra yalnız devam ettim. Eve yaklaşırken taksiciden oy istesem mi diye düşünürken, memleket ve halleri muhabbetinden sonra taksici bende oy istedi. ‘Yeşil Sol Parti’ye oy verin!’ dedi!
- İnsanlar hangi meseleyi ön plana çıkarıyor?
Dert çok, ama daha çok hayat pahalılığı ve deprem. Geliyorum diyen İstanbul depremi artık herkesin dilinde, ama çaresizlikle anlatıyorlar. ‘Evinize baktırabildiniz mi? Sağlam mı?’ sorusunu artık sormasam mı diye düşünüyorum. Sorduklarımdan 1 kişi bile ‘uzmanına baktırdım’ demedi, çünkü baktırsa bile kimsenin gereğini yapacak gücü yok. Kiracıları saymıyorum bile, asgari ücretli sayısının çalışan sayısının yarısını çoktan geçtiği ülkede onlar zaten asgari ücreti katlayan kiraları nasıl ödeyeceklerinin derdinde. Bir pandemi hızında yaygınlaşan yoksulluk en yoksulu dip yoksulluk gibi bir kuyuya çekiyor. Ben hep yoksul oldum, şimdi de asgari ücretin altında bir parayla geçinmeye çalışıyorum, tuhaf gelebilir, ama yakınmıyorum. Çünkü dip yoksulluğu biliyorum, yaşadım. 1 dilim ekmekle 12 saat çalışmanın ne olduğunu biliyorum, çorapsız okula gitmenin… Buna seyirci kalan, acil, pratik çözümleri olmayan her siyasetçiye, hatta siyasetçi olmayanlara da yazıklar olsun! Yanı başındaki yoldaşı, komşusu ile dayanışmayanlara da!
- Nasıl bir sonuç bekliyorsun, Erdoğan gidecek mi?
Şimdi bu benim gibi birine sorulacak soru mu? Profesyonel değil, amatör siyasetçiyim. Profesyonellerden kaçmalı. Tamam, artık aktif siyaset yaptığıma göre, optimist olmayı başarsam fena olmayacak, ama yavaş yavaş…
Profesyonel bir cevap vereyim: Muhalefetin iki önemli görevi var şu 3 haftalık sürede, kendisinden de memnun olmayan seçmeninin gönlünü almak ve asıl şimdiye kadar bu iktidara oy vermiş olanlardan alabileceği en yüksek oyu almak. Çalışarak, çok çalışarak, o seçmenin muhtemel endişelerini gidererek. İktidar kendisine oy vermiş olanlara da az kötülük yapmadı, özellikle son birkaç yılda kocaman bir seçmen kitlesini yoksullaştırdıkça yoksullaştırdı. Pansuman niyetine verdiği, üstüne utanmadan ‘biz gidersek o yardımlar da kesilir’ dediği insanlara kesilmeyeceğini, iyileştirileceğini anlatmalı sosyal desteğin. Soruya rakamlı bir yanıt vermemek için uzattım, kısaca en iyi sonuç için çoook çalışacağız diyeyim.
Erdoğan’ın şapkasından daha ne çıkaracak bilmiyoruz ama gitmemek için her şeyi yapacak. Kimse yapmadığı ne kaldı ki demesin, her zaman dahası, daha kötüsü vardır! Yaptıkları yapabileceklerinin teminatı!
Brezilyalıların sorunları bizden az, işi bizden kolay değildi. Lümpen, ırkçı Bolsonaro’yu 4 yılın sonunda muhteşem gönderdiler. 21. yılında gönderemezsek yazıklar olsun bize, tüm muhalefete!
Göndereceğiz! Brezilya muhalefetinin seçim sloganı bizim için de geçerli: ‘Cennet’in kapılarını aralamak için değil, cehennemin kapısını kapatmak için yapılıyor bu seçim.’
- Sen kendine bir soru sorsaydınız ne sorardın?
‘Seçilirsem nasıl bir vekillik yaparım?’ diye sorayım.
Yoksul, kadın, Kürt, Alevi olarak, bu ülkede birinin nasibi neyse bana da düştü. Biraz anarşist, çok antimilitarist olarak karşı koymaya çalıştım o muamelelere.
Meclis’e biraz neşe fena gelmez, neşesiz zor çünkü. Bu topraklardaki herkes en kısa sürede haklarıyla, onuruyla yaşayabilsin diye elimden geleni yaparım. Her kurum, parti için şart, ama bir türlü hiçbirinin kapısından girmeyen, kendi partim dahil, olmazsa olmaz şu 3 ilkeyi kendime bayrak yaparak: Demokratlık, şeffaflık, eşitlik. Bunlarsız alınacak yol yok bu yüzyılda. Bir de barış ihtiyacımız acil, ekmek kadar, su kadar. Uzun yıllar çatışma yaşamış başka ülkelerin işinin bizden kolay olduğunu kim söyleyebilir? İrlanda, Bask Ülkesi, en son Kolombiya’da silahlar sustu. Bu ülkede de mümkün, olması için elimden geleni yaparım.
Zekine Türkeri kimdir?
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu.
Bask Ülkesi Üniversitesi Sosyoloji Fakültesi’nde Bask tarihi, ‘sorunu’ ve özerklik modeli konularında araştırma çalışması yaptı. Madrid Otonom Üniversitesi’nde Göç, Mültecilik ve Topluluklar Arası İlişkiler mastırı yaptı.
İki yayınlanmış kitabı mevcut. Bask Meselesi: Bir Tarih, Bir Otonomi, Bir Sorun alt başlığıyla 2005’te, Ankara’da, Dipnot Yayınları’ndan çıktı. Un Verano Kurdo (Bir Kürt Yazı): IŞİD, İşgal ve Sürgüne Direniş Öyküleri alt başlığıyla 2016’da, Barselona’da Descontrol Editorial’den çıktı. Özgür Gündem’de başlayan gazetecilik hayatı en son çalıştığı İMC TV’nin KHK ile kapatılmasıyla sonlandı.