İnsanın kendini varediş biçimi olan toplumsallığı, onun doğasını çiğneyen tahakküm biçimleri, kapitalist vahşet ve onun tahakküm modeli olan ulus devletler sürecine evrilmiş, milliyetçilik de bu tahakküm biçiminin ideolojik aracı olarak kurgulanmıştır. Tamamının dört yanı düşmanlarla çevrili olduğu gibi, iç düşmanları çoktur, her an tetikte olmaları, kesintisiz bir mücadele sürdürmeleri gerekmektedir! Bu yüzden de uluslarının sürekli ve sınırsız fedakarlıklar yapmaları gereklidir. Milli egemenliğin sembolü ve kutsal oldukları ileri sürülen ikonları, mitleri vardır, onlar dokunulamazdır.
Kapitalist-emperyalist sistemin sacayakları ve kendini inşa biçimi olan ulus devletlerin tamamının tarihi soykırımlar tarihidir. Cinsiyetçiliğin, emek sömürüsünün, doğa yıkımının en derinlikli ve incelikli gerçekleştirildiği en kanlı, en zalim tahakküm biçimleridirler. Toplumsal direnç ve mücadeleler neticesinde en yumuşatılmış hallerinde dahi esas olan tahakküm hukukudur, sınıfsal-toplumsal mücadeleler tarafından sıkıştırıldığında genetiğindeki faşizm tüm çıplaklığıyla açığa çıkmaya hazırdır.
Dört yanlarının düşmanlarla çevrili olduğu doğrudur, zira hegomonik hiyerarşide güç dengeleri içinde bir statü ve uzlaşıları olmakla beraber her biri tahakküm alanlarını koruma ve yayılma eğilimindedir. Çıkar ortaklıkları olduğu gibi çelişkileri de söz konusudur. Kendi iktidar alanlarında ideolojik olarak kurguladıkları kutsallar ve mitlerle manipüle ettikleri kitleleri dışta yayılmacı, içte talancı politikalarının kılıcı olarak motive ederler. İç düşmanları ise azami kâr için homojenize etme politikalarına direnen ve soykırımlara tabi tutulan halklar, farklı inanç kimlikleri, emekçiler, kadınlar ve bunların politik hareketleridir.
Evet, tahakküm sınıflarının ve onların sistematik tahakküm aracı olarak tarih sahnesine çıkan devlet aygıtlarının düşmanları çoktur, çünkü bu sistemin kendisi yaşama ve cümle varlığa düşmandır. Toplumsallığı parçalayıp sınıflaştırarak, atomize ederek, cinsiyetçiliği derinleştirerek, halkları, farklı toplumsal kesimleri düşmanlaştırıp çatıştırarak, düşmanlık üreterek var olabilirler. İktidar edenler nice zulüm, nice ölüm, nice cefa yaratarak sefa sürebilirler. Kapitalist modernite rızasız yolun ve kötülüğün zirvesidir.
Ülkemizde yaşanan sürekli kriz, gerilim, çatışma, yalan, talan ve ölüm hallerini de bu bağlamda anlayabiliriz. Türk-İslam sentezi olarak formüle edilen resmi ideoloji, inşa edilen tek tipçi rejim ve politikaları ne yerlidir, ne yaratılan algıdaki gibi millidir, ne de Türklüğe ait değildir. Ulus devlet ve ideolojisi milliyetçilik, Avrupa merkezli gelişmelerle tarih sahnesinde beliren kapitalizmin tahakküm biçimi ve araçları olup, kapitalizm karşısında tutunamayıp tahakküm alanlarını bir bir kaybetmekte olan Osmanlı elit ve sermayedarları tarafından benimsenmiş, neticede İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde somutlaşan örgütlülükle ifadesini bulmuş, birinci paylaşım savaşı sürecinde gayrimüslim halklardan başlanarak homojen, merkezileşmiş iktidar alanı yaratma politika ve pratikleri geliştirilmiştir. Paylaşım savaşından yenilgiyle çıkmalarına karşın, İttihatçı ideoloji ve kadrolar emperyalist kampın da onay ve desteğiyle tek tipçi Cumhuriyet’le iktidarlaşmış, tek tip iktidar alanı yaratmaya odaklı politikalarını kaldıkları yerden yine emperyalistlerin onay ve destekleriyle sürdürmüşlerdir.
İktidar klikleri tahakküm alanlarını karakterize ederken ilk önce tarihsel-toplumsal Türklüğün doğasına müdahaleyle başlamış, toplum mühendisliğiyle Türklüğü ve Emevi saltanatından bu yana toplumcu değerlerinden arındırılan Sünni İslam geleneğini yeniden tarif ederek sentezlemiş, ideolojik tahakküm aracı olarak kurgulamış, hakim olduğu coğrafyadaki tüm farklı halklara da dayatmıştır. Bu şekilde manipüle edilen geniş kitleler hakikatte kendi gerçekliklerinden koparılarak teslim alınmış, bizzat bu kitle sınırsız bir tahakküm ve talana açık duruma düşürülmüş, kullaştırılmış, hak mücadelesi vermekte olan halklar ve toplumsal kesimlere, emekçi ve kadınlara karşı iktidar kliklerinin toplumsal tabanı, yumruğu durumuna indirgenmiş, hakim sınıfın gasp ve talan amaçlı işlediği tüm suçlara ortak edilmiş, suçların tamamı da Türklüğe mal edilmiş, bu fiillerin Türklüğü yüceltme amacıyla gerçekleştirildiği iddia edilmiş, yaratılan mitlerle tarihsel zemini olmayan bir ırkçılık körüklenip Sünni İslam istismar edilirken, ötekileştirilenlerden başka yine Sünni ve Türk kimliğiyle karakterize olmuş on milyonlarca insanımız da yaratılan tüm yoksulluk ve acılardan nasibini almış, almaktadırlar.
Azami gasp ve talan için azami merkezi ve otoriter rejimi inşa eden, bu durumu dünden bugüne tüm iktidar klikleriyle daha da derinleştirmek için tüm halklarımıza, emekçilere, kadınlara, gençliğe, doğaya karşı suçlar işleyen, sefalarını hepimize cefalar yaratarak süren, bu durumu kalıcı kılmak için düşmanlaştıran, çatıştıran, yoksullaştıran sınıfın zihniyet ve politikaları karşısında rızalaşarak barışmak, hakça paylaşmak, tüm renklerimizle biz olabilmek için, mücadeleyi ve umudu büyütüp yaşanmaya değer yarınlar yaratabilmek için; kapitalist modernitenin yerli ve milli versiyonlarının saltanatına son vermek için, bu dem de “Emek ve Özgürlük İttifakı’nda” buluşmalı, Demokratik Cumhuriyet için uzun olduğunu bildiğimiz yolda birlikte yürümeliyiz..
Aşk ile…