Dünyadaki hemen hemen her devletin üye olduğu Birleşmiş Milletler’in kuruluş amacı, halkların barış içinde yaşamasıdır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, bu temel amaçla kurulmuş olsa da, barışı korumak için harcadığı çabalarının ne kadar işe yaradığı ise elbette büyük tartışma konusu.
Kuruluş amacını pek yerine getiremediği yönünde haklı eleştirilere maruz kalan Birleşmiş Milletler, yılın bazı günlerini uluslararası sorunlara ayırarak bu konuda farkındalık yaratmak istiyor. Nitekim, Birleşmiş Milletler tarafından 9 Ağustos günü, 2004 yılında Yerliler Günü olarak kabul edildi ve bu yüzden her yıl 9 Ağustos günü, Yerliler için çeşitli etkinlikleri düzenleniyor.
Yerli halklar, tarihsel bir bütünlüğe ve kültürel bir ortaklığa sahip; aynı zamanda işgal veya sömürgeleştirme öncesi o toprakların orijinal sahipleri olan ve bu yüzden kendilerini çoğunluğun benimsediği baskın kültürden farklı gören ve kendi kültürlerini sürdürme ve kendi kendilerini yönetme hakkına sahip olmak isteyen halklar, cemaatler veya milletlerdir.
Yerli bir halkın en önemli özelliklerinden birisi, tarihsel süreçte (yani göç, koloni, işgal değil) oluşması ve şu anda yönetimi altında bulunduğu çoğunluk yönetimi altında bir azınlık olarak yer almasıdır. Bu bağlamda başka bir özelliği de kendi geleneksel toplumsal değerlerini korumak istemeleri ve geçmişten gelen birikimlerini gelecek nesillere aktarmayı hedefleyen gruplardır.
Yerli halkların kimler oldukları konusunda çok farklı görüşler vardır. Uluslararası Çalışma Örgütü ve Dünya Bankası gibi uluslararası camiada etkin olan organizasyonlar bu terime netlik getirmek için önerilerde bulundular.
Yerli halklar kelimesi yerine bazen aborijinler (asıl yerli), ilk yerleşimler veya dördüncü dünya kültürleri isimleri de kullanılır. Yerli halklar terimi, diğer terimlerin bazı durumlarda aşağılama, küçük görme anlamlarını içermesi nedeniyle, UNESCO’nun ve diğer Birleşmiş Milletler alt organizasyonların kullanmayı tercih ettikleri bir terimdir.
Oysa Yerli halklar; farklı kültürlerin, insanlar ve çevre ile ilişki kurma yollarının hem mirasçıları hem de uygulayıcıları. Geleneksel bilginin korunması, iklim değişikliği ile mücadelede önemli bir yol olarak görülüyor. Geleneksel bilginin korunmasında kilit rol oynayan yerli halklar ise iklim değişikliğinin, küresel krizlerin ve bunların beraberinde getirdiği sosyo ekonomik sorunların merkezinde yer alıyor.
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden S. Sena Akkoç’un derlediği bilgilere göre; Yerli halklar, farklı kültürlerin, insanlar ve çevre ile ilişki kurma yollarının hem mirasçıları hem de uygulayıcıları olarak kabul ediliyor. Dünyada 90 ülkede yaşayan 500 milyona yakın yerli halk var.
Bu rakamlar, dünya nüfusunun % 5’inden azını ve aynı zamanda dünyanın en yoksullarının % 15’ini de oluşturuyor. Dünyadaki tahmini olarak 7 bin dilin ezici bir çoğunluğunu konuşan yerli halklar, 5 bin farklı kültürü de temsil ediyor. Tüm zenginliklerine karşın yerli halkların haklarının korunmasına ilişkin ortak sorunlar gündemdeki yerini koruyor.
Yerli halklar, üzerinde yaşadıkları toprakların egemen toplumlarından farklı sosyal, kültürel, ekonomik ve politik yönlere sahip. Her yıl 9 Ağustos’ta kutlanan Uluslararası Dünya Yerli Halklarının Günü, yerli halkların yaşadıkları sıkıntılara yönelik bir çağrı niteliği taşıyor.
Dünya Yerli Halklarının Günü; Dünyadaki yerli nüfusun haklarını savunmayı, geleneksel bilgiyi, farklı dilleri, kültürleri ve kimlikleri korumayı ve bu konudaki farkındalığı artırmayı amaçlıyor.
Hak talep etme mücadelesi
Aslında yerli halkların hak talep etme mücadelesi 9 Ağustos 2004 günü ile başlamadı. 1923’te, Haudenosaunee Şefi Deskaheh, Milletler Cemiyeti ile konuşmak ve halkının kendi kanunlarına göre, kendi topraklarında ve kendi inançlarına uygun yaşama hakkını savunmak için Cenevre’ye gitti. Her ne kadar girişimi başarısız olsa da bu vizyon sonraki nesilleri etkiledi. Martinez Cobo Çalışması, Yerli Topluluklar Çalışma Grubu (WGIP), ILO Sözleşmesi, Yerli Sorunları Daimi Forumu ve BM Yerli Halkların Bildirgesi (UNDRIP) gibi çeşitli çalışmalarla birlikte yerli halkların hak hareketleriyle ilgili çalışmalar yıllarca sürdü.
Bu çalışmaların bir kazanımı olarak 1992’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1993 yılını Dünya Yerli Halklarının Uluslararası Yılı yapmaya karar verdi. Ardından 1994’te, 9 Ağustos’un yerli halkların haklarını koruma ve onları onurlandırma amacıyla kutlanması kararı verildi.
Söz konusu farkındalık artırma çabalarının ve sürdürülen çalışmaların işe yaradığı kimi örnekler var: Son zamanlarda Yeni Zelanda’da yerel Maori kabilelerinden biri, topraklarından geçen nehri koruma konusunda yasal bir mücadeleyi kazandı. Yeni yasa; nehri bir insan, bir Maori atası veya kabilenin bir üyesiymiş gibi koruyor. Benzer şekilde Ekvador’daki Waorani halkı da 500 bin dönümlük Amazon Yağmur Ormanı’nda petrol çıkarmak isteyen şirketleri durdurarak bir başka hukuk savaşını kazandı.
En dezavantajlı gruplardan
Kaydedilen ilerlemelere karşın yerli halklar, dünyanın en dezavantajlı ve savunmasız grupları arasında yer almaya devam ediyor. Yerli halkların haklarına yönelik ihlaller, bazen sömürgecilik geçmişinden kaynaklı tarihsel bir yük bazen de sürekli değişen toplumsal yapıdaki zıtlıklar nedeniyle günümüzün yapısal bir sorunu. Ekonomik zorluklar, sosyal koruma, siyasi temsil eksikliği ve daha birçok sorundan muzdarip olan bu grupların sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimi de çoğu ülkede oldukça kısıtlı. Küresel ölçekte eğitimsizlik oranı % 17 iken yerli halklarda bu oran % 47 düzeyinde.
Dilleri içinde bulundukları ülkelerin normal okullarında öğretilmediği için birçok yerli dil yok olma tehlikesiyle karşı karşıya, hatta her iki haftada bir yerli dilin kaybolduğu tahmin ediliyor. Yanı sıra yaşadıkları topraklar üzerinde kontrolleri ve egemenlikleri olmadığından, yerli halklar hükümet ve şirketlerin ağaçları kesme, hayvan yetiştirme veya doğal kaynakları kullanma gibi kâr odaklı amaçları yüzünden topraklarından ediliyor. Bu durum barınma sorunu, gıda güvensizliği ve yerli kültürü bozma gibi birçok etkenle var olan eşitsizlikleri artırıyor.
Çevresel Sürdürülebilirlik
Geleneksel bilginin korunması, iklim değişikliği ile mücadelede önemli bir yol olarak görülüyor. Geleneksel bilginin korunmasında kilit rol oynayan yerli halklar ise iklim değişikliğinin, küresel krizlerin ve bunların beraberinde getirdiği sosyoekonomik sorunların merkezinde yer alıyor. Topraklarıyla kurdukları özel bağ ve hem geçim kaynaklarının korunması hem de yaşam pratiklerinin sürdürülebilmesi çevresel sürdürülebilirlik ile yakından ilişkili.
Yerli halkların geleneksel yaşam tarzları ve uygulamaları, biyoçeşitliliğin korunmasına ve sürdürülebilir tarım yöntemlerine hizmet ediyor. Özellikle yerli kadınlar dünya ölçeğinde bölgesel haklar için taban hareketinin ön saflarında yer alıyor ve konumları itibarıyla bölgelerinde dünyanın geri kalan biyolojik çeşitliliğinin % 80’ini koruyor.
Birleşmiş Milletler’in attığı adımlar taban hareketlerini desteklemek ve canlandırmak açısından önem taşıyor. Bununla birlikte daha fazla ülkenin bu anlaşmalara bağlı kalması, imzacı ülkelerin vaatlerini yerine getirmesi, ormansızlaşma ve iklim değişikliğine karşı yapılan protestoları/projeleri destekleme ve küçük halk hareketlerini güçlendirme gibi atılması gereken daha pek çok adım var.