Birbirine benzer günlerin cenderesinde, yok oluşa doğru yokuş aşağı bırakılmışlık hissi, bizi yalnız bırakmıyor. Nereden baksak her şey yuvarlanıyor. Yerinde durmayan ne çok şey var, diye bir hayret, nesnenin tabiatına bir sürü şüphe, umutların ayartıcılığına yenilmiş bir merhamet bulaşmış.
Uğursuz bir kindarlık çevrelemişken hevesleri, kaybolmuş zaferler çağında herkes birer kaybeden heykel abidesi. Tekil acıların kıyısına çekilirken, çoğul bir yasın içinde buluyoruz kendimizi. Bir avuç gökyüzünü şahit ederek, dua eder bir edayla haykırıyoruz: Kaybettiğimiz her şey bizimdir ve bizimledir.
Zahmetli bir hata, bütününden kopmuş bir an, dolaşıyor sınırlarda. Vaatlerin hükmü birer intihar kuşu gibi üstümüzde kanat çırpıyor. Kıl payı bir kurtulmuşluk, mesafesini yitirmiş bir gelecek duyuruyor: Gitmediğimiz her yerin yarasını taşıyoruz.
Kendimizin karşısına geçip cevabının ağırlığını yitirmiş sorular soruyoruz. Bitimsiz özgürlük, iştahlı anımsamalar, tabirine küsmüş benzerlikler, talebine sürgün düşmüş yanılgılar. Her yerin ortasında bangır bangır bağırıyoruz: Vermediğimiz canımızla burada yaşamaya, ölene kadar mahkûm edildik.
Vaziyetine ahkam kesen bir pişmanlık, keşkelerine yön bulan bir patavatsızlık, hızına yetişemeyen bir sürat, belki de sekerken düşen bir atın görüntüsü. Hikâye nerede başlardı ki içindeki kahramanlarla bir gün karşılaşalım? Gelmeyecek olanın azabı, gelmiş olanın kahrı, gelmesi beklenenlerin kaybolduğu bu zaman, bize ait değilmiş gibi geçip gidiyor.
Kana bulanmış şölenler, yarım kalmış kahkahalar, köşeye çekilmiş gururlar, her birinin ahı da matemi de eskimiş birer ödev gibi duruyor. Denilir ki, insanlık dönem dönem sınanmak için kendini bir yerlerden atar ve bir yerlerden kovulur. Zaten sürgünle başlamış insanlık tarihi, kovulmuş olmanın ezikliğine şan ve şöhret yakıştırma çabasında.
Sorun sorumluluklar yaratır, çözüm muhataplar tayin eder. Kimse varsaydığı dünyanın içinde yaşamıyor, herkes yok saydığı çukurlara düşüp kalıyor. Mevsimler birbirine yer verirken, aylar isim değiştiriyor. Sonra takvimler devrediyor bir şeyleri, bazen birilerini. Adı hayat olan bu döngü, kimseyi yerinde tutmuyor.
İnsan unuttuklarının hafifliğinde yere düşüyor ve kaybettiklerinin gölgesinde kalıyor. İnsan durmadan vazgeçiyor ve düşürmek diye kendini teselli ediyor. Düş bir yaşamdır, düşünmenin firarında kalandır. Yine de peşin hükümler, sanılanlar, zannedilenler bir tehdit gibi yaklaşıyor ve vuruyor.
Yara sahibinden itibar dileniyor, bir de hedef bekliyor. Barbar bir kıyamet, arsız bir kehaneti sırtlamış bize doğru geliyor. Pusular, kazıklar ışıklı bir hengamede kendini gösteriyor. Sonra tarih sayfalarında gösteriler, felsefede göstergebilimler, dilde bilincin altı ve üstü, delik deşik edilmiş hayatların portreleri.
Bu çağa manzara şart, bu yıllara bir sürü tokat elzem, şu günlere şok bir tedavi biçimi. İki yanı keskin bir bıçağın attığı faça, bir taş yağmurunun paramparça ettiği bir ayna, kaza süsü verilmiş bir intihar savurmalı bu yaşama. Sonra delirerek denilmeli: Her yanımız yaşamaktan vazgeçecek kadar belalı.
En sonunda da ilan edilmeli; delirmiş bir gerçek hiçbir yalandan yara alamaz.
Haftanın kitap önerisi: Roland Barthes, Bir Aşk Söyleminden Parçalar / Çeviren: Tahsin Yücel, Metis Yayınları