Yasal olarak 29 Mart 2019’da yapılması öngörülen yerel seçimlerin ne zaman ve nasıl yapılacağı belli değil. Erdoğan ve Bahçeli seçimi erkene alma veya erteleme seçeneklerine kafa yorarken, muhalefet partileri “erken kalkan yol alır” misali seçim çalışmalarına başladı. Eski söylemler ve el yordamı ile yol alan muhalefet, afaki seçim ittifakları ve daha çok belediye kazanma hesapları üzerinde yoğunlaşıyor. Başkanlık rejimi standartlarına göre devletin yeniden yapılandırıldığı bir dönemde yerel yönetimler sorunu, ideolojik, siyasal ve toplumsal düzeyde tartışılmalıdır. Merkezin yerel üzerindeki olağanüstü yetkisine, kayyum atamalara, görevden almalara ve hukuksuz yargılamalara karşı halkın korku ve bilinçsizliği nedeniyle tepkisiz kalması izah edilebilir, ama demokratik dönüşümü kendisine ilke edinmiş siyasal hareketlerin buna sesiz kalması düşünülemez.
Dünyanın en katı merkeziyetçi bürokratik ve militer devletlerinden biri olan Türkiye’de, Cumhuriyet dönemi boyunca yerel yönetime ilişkin politikalar, yerel olanı en sıkı biçimde merkeze bağlamak şeklinde olmuştur. Üniter devlet yapılanmasının bir gereği olarak yerellerde yetki ve sorumluklar, belediye meclisi ve belediye başkanının değil, doğrudan valinin ve kaymakamın denetimi altına girmiştir. AB üyelik sürecinde yerel yönetimlerde bazı değişiklikler yapılmış olmasına karşın, başkanlık rejimine geçişle birlikte yeniden 1930’lu yıllara dönülmüştür. Valiler ve kaymakamlar adeta başkanlık yetkileriyle donatılmıştır. Bu bakımdan merkeze tanınan yetki, sorumluluk ve denetim ortadan kaldırılmadan yerellerde eşit ve özgür demokratik yönetimleri kurulamaz.
Erdoğan iktidarı, devletin, toplumun, siyasetin, eğitimin, kültürün ve hatta günlük yaşamın tüm sektörlerinde egemenlik kurmuştur. Devlet hazinesinin ardından yerel yönetim maliyesinin de merkeze bağlanması, dünyada bir örneği olmayan tarzda katı bir mali denetim sağlanmıştır. Bu durum, Osmanlı dönemindeki padişahların “Parayı alan emir de alır” savı ve uygulamasını hatırlatmaktadır. Son olarak Varlık Fonu’nun da başkana bağlanması, başkanı tüm genel ve yerel yönetimlerde idari, siyasi, mali bakımlardan en yetkili kişi haline getirmiştir. Bu rejim koşulularında ister genelde ister yerelde olsun demokratik bir mevzi oluşturmaktan çok onu korumak ve devam ettirebilmek daha önemli hale gelmiştir. Şimdiye kadar elde edilen yerel yönetimlerin ve demokratik mevzilerin, demokratik hak ve özgürlüklerin nasıl kaybedildiği sorgulanmadan, eski alışkanlıklarla seçimlere hazırlanmak “müesses nizama” teslim olmak anlamına gelmektedir.
Her siyasal ve toplumsal sorunu kendi bağlamında ele alarak çözümleyebiliriz. Bu bakımdan yerel yönetim sorununu devlet, devrim ve demokrasi bağlamında irdelemeliyiz. Sorunun teorik ve siyasal boyutunun en önemli yanı, burjuva devlet biçimleri ve demokrasinin niteliğinin kavranılması ve demokratik toplum amacının tanımlanmasıyla ilgili kısmıdır. Yerelin, yani yerinden demokrasinin niteliği de demokratik toplum projemizdeki yerini ve benimsediğimiz modelin ana hatlarını oluşturur. Nasıl bir toplum ve demokrasi istiyorsak, bugünden onun kurulabilirliği temelinde bir siyaset anlayışına göre somut adımlar atmalıyız. Merkezden bağımsız, merkezi yerelde tekrarlamayan demokratik yerel yönetim modeli ile üniter yapı tasfiye edilerek “çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı” siyasal ve toplumsal bir yapı kurulabilir. Burada ifade edilen çok kimlik, çok uluslu ya da çok milliyetli bir durumu; çok kültür, ulus ve milliyetlerin dillerini, kültürlerini, tarihsel geleneklerini özgürce ifade edebilmelerini; çok inanç, her türlü dini inanç ya da inançsızlığın özgürce kullanımı anlamına gelmektedir.
600 yıllık feodal ve askeri bir imparatorluk geleneği üzerinde kurulan Cumhuriyet rejimi, Osmanlıdan devraldığı merkezi sivil ve militer bürokratik geleneği devam ettirmiş, demokratik temeller üzerinde kurulmadığı için demokratik bir cumhuriyet olmamıştır. Bu nedenle devletin merkezi bürokratik ve militer yönetim geleneklerinin aşılması ve yerine demokratik bir toplum modelinin inşa edilmesi gereklidir. Yerel meclisleri iktidarın kaynağı haline getirecek olan bu yerelden bakış ve yeniden yapılanma aynı zamanda “Yerelde iktidar olmak” anlamına gelecektir. Böylelikle eşitlikçi ve özgürlükçü demokratik bir toplum ideali geleceğe ertelenmeden somut adımlarla bugünden kurulabilecektir.