Her geçen gün, merkezi yönetim, kendine yakışır düzenlemelerle, yerel yönetimlerin hak ve yetkilerini daha da kısıtlıyor. Bu politikayla geriye neredeyse soluk alacak hiç bir bir alan bırakılmadığından ‘cüretli’ yerel yönetim politikalarının uygulanabileceğini düşünmek, bir hayal gibi görünüyor. Fakat aynı zamanda, bu çıkmaz görünen durum karşısında, ancak ve ancak, geniş bir meşruiyet yaratabilecek, halkçı politikaları uygulamak dışında, başka bir şey yapılamayacağı da ortaya çıkıyor. Yani merkezi iktidar, ancak yaygın, halk desteği alacak, meşru programlar karşısında kendi sınırları içinden çıkamaz hale gelebilir. Bu yüzden, bu durum ancak bu tartışmalar sırasında sözünü ettiğimiz; ‘Parasız Toplu Ulaşım’, ‘Herkese Bedava Bisiklet’, ‘Oyuncak Kütüphaneleri’ gibi meşru ve yaygın yerel politikalar ile aşılabilir.
Bunların ve daha sonra konuşacaklarımızın nasıl pratikleştirileceği meselesi de aynı paradoksal durumu yaratıyor. Mesela buraya, ismini yazıp yazıp sildiğim bir şehrin, en az 4-5 dönemdir, yaklaşık 20-25 yıldır ‘halkın belediyesi’ olarak kalmasına rağmen, bir türlü su sorununu çözememesinin haklı bir nedeni var mıdır? Dört tarafı karlı dağlarla çevrili, metrekare başına düşen su miktarının ülke toprakları içinde en yüksek olduğu bu şehre, nasıl oluyor da günde ancak 2 ile 4 saat arasında su verilebiliyordu?
Merkezi yönetimin, yerel yönetime hakkı olan bütçeyi yeterince ulaştırmaması, hatta şehre kesintisiz su ulaştırmak için Dünya Bankası tarafından onaylanmış plan bütçelerinin dahi kent yönetimine aktarılmaması gibi devletçi gerekçeler elbette ki bu durum karşısında sık sık dile getiriliyordu. Hiç kuşkusuz bunlar yalan değildi ama bu sorunun cevabı da değildi. Basit olarak durum, insanların günde sadece 2- 4 saat arasında doğrudan su almasıydı ve söylenen gerekçeler içilemiyordu.
Bu durumda iki şey yapabilirdiniz, ya ‘bu iş, merkezi yönetim değişmeden olamaz’ diyerek kaderinize razı olacaktınız ki bu, yerel yönetimi almanızın aslında hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini kabul etmeniz anlamına geliyordu ya da alışılmış belediye-yerel yönetim ‘işletme’ biçiminin aksine radikal, cüretli çözümler bulacaktınız. Yani bir yandan devasa bütçelerle büyük su toplama barajları, kocaman borular, yüksek mühendis ve bürokratlar, eh mutlaka ki müteahhitler ya da tam aksine kolektif, yani hep beraber diyerek, hatta kazma kürek ile kendi suyunu getirebileceğin, küçük ölçekli, insani, ekolojik ve doğrudan inşa edebileceğin bir su demokrasisi.
Daha önce bekleye bekleye geçti bir 20 yıl, bundan sonra ikincisi yapmaktan başka çare var mı?