Mevcut AKP ve MHP ittifakı ve resmi muhalefet partileri başta Kürtler olmak üzere, Aleviler ve sistemin ötekileri üzerine baskı kurarak, kendi hakikatleri ile siyaset yapabilecek alanı daraltmayı esas alarak, seçim çalışması yapıyorlar. Öz itibariyle devletin her türlü zor ve ideolojik aygıtlarına dayanarak devlet eksenli iktidar anlayışını esas alan bir yerde durmaktadırlar. Bu mana ile “yerel iktidarı” demokratik yerel yönetimler ile aynı kefeye koyan bakış açısı resmi ideoloji olarak yüzyıldır icra edilmektedir. Bu anlamda sistemin “iyisi” ve “kötüsü” de yerel iktidarı esas alarak toplumun kendi varlığını devam ettirmesi, özgürlük alanını genişletmesi, kendi kendisini yönetmesi engellenmektedir. Mevcut uygulamalara bakıldığında “birlikte yaşamı ören ortak akıl” ilkesi yerine, “yerelden toplum nasıl denetlenir, merkezi hükümetin hizmetine nasıl kanalize ettirilir” anlayışı yıllardır devam etmektedir.
Yerel inisiyatifin kırılması, hiyerarşinin sağlanması ile merkezi hükümetin güçlenmesi arasındaki en somut söylem “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” söylemidir. Yüzbinlerce işçi, emekçi, köylü, öğrenci, emekli, memur, farklı kimlikler, inançlar, yaşlılar, gençler, engelliler, dezavantajlı gruplar “bağımlılık yapacak yardımlarla” pasif vatandaş durumuna getirilmektedir. Yerellerde yaşayanların görev ve sorumlulukları “vatandaş devlet içindir” ilkesi doğrultusunda vatandaşlık görevlerini yerine getirmekle sınırlandırılan; iradesiz bırakma, var olana razı olma, pasif, örgütsüz vatandaşlar topluluğu haline getirmektir. Bu yöntemle özgürlük alanı daralan, toplumsal mühendislik projelerini boşa çıkaramayan, “kendimizi de kentimizi de biz yöneteceğiz” bilincinden uzak olan, öz güçten yoksun düşürülerek iradesizleştirilen vatandaş imal ediliyor.
Türkiye’de yerel yönetimler deyince tekçi zihniyetin sınırlarının dışına çıkmadan, hiyerarşik yapı ve tekçi yapı korunarak, sistemin kurucu kodlarına dokunmadan temsiliyet sağlanmıştır. Tekçilik üzerine kurulu merkezi akıl korunmak şartıyla, farklılıkların demokratik taleplerine mesafeli kalmak şartıyla, statükonun yereldeki izdüşümü sürekli üretilerek, iktidar toplumun hücrelerine sirayet ettirecek bir role sahiptir. Bu mana ile yerel yönetimleri demokratikleşmeyen Cumhuriyet modernitesinin belediyeler üzerinden yeniden üretilmesidir. “Kent uzlaşısı” ilkesinin yereldeki farklılıklar ile birleşememesinin temel nedeni tekçilik üzerine kurulu zihniyetin yerelde devam etmesidir. Topluma ait komünal değerlerin esas alınmaması, toplumun bireylere ve “devlet demokrasisine”, parti içi iktidar savaşlarına kurban edilmesi gibi roller yine belediyecilik olarak kabul edilmiştir. Cumhuriyetin tekçilik üzerine kurulu zihin kodları yerel yönetimlerce uygulanmakta; “ötekilerin” istemleri kabul görmemektedir. Demokrasi mücadelesi veren güçlerin talepleri tekçi zihniyetin, iktidar alanlarının ölçüleri, çıkarları esas alınarak kabul edilmemiştir. Yatay mimari, toplumsal ekoloji, çok dilli belediyecilik, ekolojik kentler, çoklu kültür politikaları, mahalle meclisleri, komünal ekonomi, belediye kaynaklarının halkça denetlemesi, tarım alanlarının, orman alanlarının yağmalanmaması gibi birçok konuda demokrasi ölçüsü esas alınmayarak dışlanmıştır.
Türkiye’de yerel yönetim anlayışı 1924 anayasasındaki ruh esas alınarak yürütülmüştür. Bu anlayışın dışına çıkan örnek modeller, uygulamalar cezalandırılmış, belediye başkanları zındana atılmış ve nihayetinde belediyelere “kayyum” atamaları gelenek haline gelmiştir. Tabanın uyanması doğrudan demokrasi kültürünün görünür kılınması, sistemin kabul ve red ölçülerinin dışına çıkılması özgür iradenin tecelli edilmesidir, komün gücünün varlık alanı bulmasıdır. Toplum esas olarak demokratik ve komünaldir. Kayyum zihniyetinin esas amacı demokratik toplumun önüne geçmektir. Demokratik toplum tabandan, doğrudan katılımla kendi öz gücünü açığa çıkarmasıdır. Toplumun kendi öz örgütlülüğü ile ihtiyaçlarını belirlediği, yaşadığı sorunlara komün gücü ile çözüm ürettiği, iktidarı, hegemonik odaların dışında komün meclisleri, STK, meslek odaları, sendikalar, dernekler, din ve inanç alanları gibi tüm toplumsal kesimleri kapsar. Politik alanın dışında bırakılan kadınlar, halklar, inançlar, sol – sosyalist gruplar, özgür gençlik, ekolojistler toplumun demokratik özneleridir. Demokratik öznelerin tabandan örgütlenmesi merkezi iktidar alanlarının zayıflamasına, siyasetin demokratikleşmesine yol açar.
Tekçi zihniyet üzerine kurulu Cumhuriyet modernitesi halkın irade, bilinç ve karar gücü olmasını, eşit ve özgür yurttaş olmasını hiçbir zaman istemedi. Sistem karşıtı güç olma potansiyeli en yüksek olan Alevilerin ve Kürtlerin gücünü ortaklaştırmasını, demokrasi güçleri ile birleştirmesini tehlike olarak gördü. İktidar ve resmi muhalefet partileri kendilerini toplumun öncü gücü olarak gördüler. Muteber olarak kabul etmedikleri tüm güçleri, hareketleri, kültürleri, inançları, kimlikleri kendi aralarında paylaşarak kontrol ve denetim altına almaya çalıştılar. Türk İslam anlayışını savunan dinci partilerin payına mütedeyyin Kürtler düşerken, kendilerini; seküler, laik, çağdaş, demokrat olarak tanımlayan partilerin payına da Aleviler verilmişti. Söylemler, senaryolar, rol alanlar farklı gibi görünse de hepsi aynı rolü oynuyordu. Kürtleri ve Alevileri kendilerinin iktidar alanı olarak gören anlayış kapsayıcı, özgürlükçü, demokratik değil; darlaştırıcı, inkarcı, imhacı, asimilasyoncu, ayrıştırıcı, tekleştirici bir anlayıştır. Bu zihniyet ile halklar, topluluklar, kültürler, farklı kimlikler, farklı inançlar kontrol altına alınarak pasifleştirilerek temsili demokrasinin ve yerel iktidarın tek demokrasi uygulaması olduğu dayatması sağlandı.
Seçimlerle, sitemin belirlediği, çeşitli hukuki metinlerle yasal hale getirdiği sınırların içinde tercihte bulunmayı özgürlük olarak kabul ettiren bir işleyiş söz konusudur. Halbuki özgürlük tercihte bulunma hakkıdır. Çeşitliliğin, farklılığın çoğalması, kendini ifade etmesi, kendisi ile ilgili karar verebilmesi durumudur. Özgürlük aynı zamanda doğuştan gelen bir haktır. Çeşitliliğin varlığı, irade beyanının ortadan kaldırılması toplumun demokratik özünün yok edilmesidir. Toplumun savunmasız bırakılması halidir.
Demokratik yerel yönetimler anlayışında demokratik organizasyonlarla, tüm toplumsal kesimlerin sorunlarını tartıştığı, toplumsal ikrarlaşmanın en üst düzeyde karşılık bulduğu, toplumun her üyesinin eşit ve özgür bir şekilde katılım sağladığı, ortak karar gücüne ulaştığı, tartışmada sınırsız özgürlük, uygulamada birliktelik ilkesinin esas alındığı, taban örgütlülüğü demektir. Bu aynı zamanda üçüncü alanın varoluş hakikatidir. Bu gerçeklikten hareketle yerel yönetim seçimleri genel seçimlerden çok önemlidir. İnsanın nasıl bir toplumsal hakikatte yaşayacağı tercihine yüklediği anlamlarla doğru orantılıdır.
“Yerel yönetim alanı, özgürlük ölçülerine ulaşılması için yürütülen mücadelenin en yoğun yaşandığı zemindir.”