Bugünün popüler terimi“yenilenebilir”, çoğunlukla “enerji”nin tamlayanı şeklinde kullanılıyor. İçinde geleceğe dair yeşil umutlar barındıran bu terimi Hiroşima’yla buluşturmaktaki amacım ise, 6 Ağustos’ta Hiroşima’ya ve 9 Ağustos’ta Nagazaki’ye atom bombalarının atılmasının yetmiş üçüncü yıldönümünün ruhuna uygun şekilde nükleer enerjinin tarihselliğine dikkat çekmek. Zira metalaştırılmasına ek olarak coğrafyalar arası hareketlilikle yaygınlaşan nükleer santraller, kaza riskleri artarken en az nükleer savaş ihtimali kadar Kıyametin (Doomsday) kilit taşlarından birini oluşturuyor. Bununla birlikte geleceğe dair söylenecek ne varsa, artık iklim değişikliği koşullarından bağımsız olamayacağı için “Hiroşima” etkisi yaratacak diğer bazı risklerin de öngörülmesi gerekiyor.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 73 yıl önce, bugün övündüğü nükleer teknolojisini ilk kez yoğun nüfuslu şehirler üzerinde deneyerek Hiroşima ve Nagazaki’de yüzbinlerce cana kıymış, gelecek nesilleri dahi ölümle tanıştırmış, hayatta kalanları Japonca radyasyon mağduru anlamına gelen “Hibakuşa” eylemişti. İzleyen yıllar içinde nükleer gücünü test etmek isteyen diğer ülkelerin nükleer denemeleri; meydana gelen nükleer santral kazaları; atıklarla ilgili sorunlar; uranyum madenlerinin doğayı zehirlemesi gibi nükleer çevrim süreçleri Hiroşima’nın akıbetini tekrarladı, kendi“Hibakuşa”larını imal etti. Bugün yaşananlara bakılırsa, yakın gelecekte iklim değişikliği koşullarının da nükleer santral ve diğer nükleer çevrim süreçlerini zorlayacağı anlaşılıyor.
İleri teknoloji ürünü olarak sürekli geliştirmeye tabi tutulsalar da, nükleer santraller doğa ortamında kuruludur ve dış ortamdan bağımsız değildir. Soğutma suyunu denizden, gölden veya nehirlerden alan reaktörler pek tabi ki su kaynaklarının iklime bağlı olarak yükselmesi/alçalması/kuruması nedeniyle bunların uğradığı değişimlerden payını almaktadır. Yine iklim değişikliğinin meydana getirdiği şiddetli hava olayları nükleer santrallerin fırtınalara, şiddetli hava olaylarına, büyük yangınlara maruz kalması demektir. Nitekim geçen sene Eylül ve Ekim aylarında Florida’da meydana gelen nefesimizi tutarak izlediğimiz Harvey ve Irma kasırgaları malumun ilamı anlamına gelmişti. Sel sularının nükleer santralleri basması nükleer santralin soğutma sistemlerinin arızalanması ve tesis içindeki nükleer atıkların da sular altında kalması demektir. Bunun için Fukuşima santral sahasındaki tonlarca atığın sel sularına nasıl kapıldığını hatırlamak yeter. Kaldı ki deniz seviyesindeki yükselmeler santraller için bu anlamda daimi tehdittir.
Diğer taraftan iklim değişikliğinin tetiklediği bir diğer zorluk da kuraklıktır.Yıllar önce bugün tamamen kurumuş bulunan Aral Gölü’nün kıyısına da bir nükleer santral kondurulmuş olmadığı için kendimizi şanslı sayabiliriz. Zira bugün Avrupa’da, 2018’in kavurucu sıcakları neticesinde normal değerlerin üstüne çıkan deniz suyu sıcaklıkları nedeniyle nükleer santraller elektrik üretimini durdurmak zorunda kalıyor. Bunlardan biri Helsinki’den yüz beş kilometre mesafedeki Finlandiya’nın Lovisa Nükleer Santrali. Temmuz ayında üretimini kısan Fortum Şirketi, 2010 ve 2011 yıllarında da ısınan soğutma suyu nedeniyle benzer bir olay yaşamıştı. Fakat yetkililerin açıklamaları bu yıl her zamankinden daha sert bir sıcak hava dalgasının deneyimlendiği yönünde. Yine normal şartlarda bu mevsimde artan su sıcaklıkları nedeniyle İsveç’teki Forsmark Nükleer Santrali ile Almanya’daki santraller de enerji üretimini yüzde birkaç oranında kıstı.
Nihayet bu örnekler dünyanın geleceği üzerine karar verici konumunda olan siyasi iktidarlar için, bilim insanlarının işaret ettiği risklerin teyidi anlamına gelmelidir. Yine de, nükleer santralleri yaşamsal tehdit olarak görmeyenlere,tesislerde güvenlik açısından zorunlu olan devreden çıkarmaların karşılığını“elektrik üretiminde verimlilik düşüşü” şeklinde okumaları önerilebilir. Siyasi iktidarlar hiç değilse iklim değişikliği risklerinin halihazırda öngörülemeyen inşaat, işletim ve atık maliyetlerini arttıracağını, dolayısıyla bu yatırımların ölü yatırımlara dönüşebilme ihtimalinin bulunduğunu dert edebilirlerse, belki kendilerini“Yenilenebilir Hiroşima”ların imalatçısı olmak durumundan çıkarabilirler.
Pınar Demircan