Gazetecilik ritmik bir iştir. İnsanın hayatının ritmini belirler. Ben de bu yılın başına kadar, 6 yıl boyunca yayımladığım gazetenin ritmiyle yaşıyordum. Ancak bu yılın ocak ayında Efrîn saldırısını protesto ettiğim ve karşısında barıș talep ettiğim için evim basılıp gözaltına alındığımda, ardından da tutuklandığımda, gazetemin yayın temposuna endeksli bu hayat ritmim bozuldu ve bir daha da aynı ritmi tutturamadım. Çünkü cezaevinden çıktıktan sonra da, bu defa da 701 No’lu KHK ile gazetem Halkın Nabzı’nın yayımı durduruldu, yayın şirketim kapatıldı, malvarlığına el konuldu.
20’nci yüzyılın başından beri hak ve hukuk mücadelesinde en ağır bedelleri ödeyen Kürt halkının bir evladı olarak bu yaşadıklarımı abarttığımın sanılmasından korkarım. Sadece bu bir ilk yazı olduğu için bunları anlattım. Hayatımın bir yıl önceki ritmini ne kadar özlediğimi ifade etmek için.
Gelişmiş demokrasilerde devletler, hükümetler, bireylerin hayatlarını bizdeki kadar etkileyemez, hayat ritimlerini bu denli ağır biçimde değiştiremez. Türkiye ise bir gecede insanların hayatlarının devlet ya da siyasi iktidar tarafından temelden değiştirilebildiği bir yer.
Faşizm tek tek insanların gündelik hayatını belirleyen, denetleyen, en özel alanlarına kadar sirayet eden bir rejim olarak diğer siyasi rejimlerden ayrılır. Bunu ideolojisiyle başaramadığında, evlerin kapılarını kırarak, insanları günlük ekmeğini kazanamaz hale getirerek yapar.
Türkiye’nin en genç genel yayın yönetmeni Çağdaş Kaplan ile görüştükten sonra yazılarımın temposu sayesinde tekrar özlediğim gazeteci ritmine kavuşacağım için çok sevindim. Gündelik hayatım tekrar tamir olacaktı.
Tabii ben bu köşede her defasında duygularımdan, kişisel hayatımdan bahsedecek değilim. Arada sırada belki bu da olur ama daha çok düzenli olarak gündemi yorumlayacağım yazılarımda.
Bu hafta da sayfada kalan yerimi epeydir ifade etmek istediğim bir meseleyi ele alarak değerlendireyim öyleyse.
Her seçim öncesinde HDP’ye ilişkin sağdan ve soldan yapılan spekülasyonlar herhalde benim gibi birçok insanı daha rahatsız ediyordur.
Sağdan ve soldan bütün partiler birbirlerini HDP üzerinden vurmaya çalışıyor. Her biri diğerini HDP ile ittifak yapma olasılığı ile itham ediyor. HDP’nin hepsinden farklı bir yerde duruyor olması, onlar gibi tel maşa değil, gerçek bir muhalefet yapıyor, sistemi radikal biçimde eleştiriyor olması, bu yolla HDP’yi halkın gözünde düşmanlaştırabilecekleri yanılgısına düşürüyor bu devlet partilerini.
Peki HDP nerede duruyor? Ezilen halkların, demokrasi ve barış yanlılıların sinesinde tabii.
Tam da bu yüzden işte HDP, yapılan bütün operasyonlara, uğradığı bütün saldırılara rağmen ayakta kalıyor ve büyüyor.
HDP’deki bu direnç ve cesarete şaşıyor olmalılar.
Oysa anlamadıkları şey, HDP’nin onlar gibi aynı paradigmanının çekmecesinden çıkarılıp çıkarılıp bu adaletsiz sistemin yeniden üretiminde görev verilen bir parti olmadığıdır. HDP, onlardan farklı olarak bir yaşama biçimine, yaşam tarzına dönüşmüş siyasettir. Yeni yaşam olarak siyaset.
HDP, bu topraklarda yeşermekte olan yeni yaşamın lokomotifidir.
Yeni yaşam: Nasıl güzel bir laftır bu.
Yeni Yaşam adını taşıyan bir gazetede yazmak nasıl güzel bir duygudur.
Herkese merhaba.