15 Temmuz Çarşamba günü bir süreliğine İstanbul’u terkettik. Elbistan’ın Gücük köyünde bahçe içinde belki de yöredeki köylerin bağ evleri dışında en küçük evini yapmıştık. Hesabımız, mart ortalarında gelip sonbahara kadar kalmaktı. Korona salgını, tüm hesapları olduğu gibi bizim hesabı da altüst etti, geliş bugüne kaldı. Kendi aracımızla iki gün süren yolculuktan sonra köye vardığımda aslında beklememe rağmen yine de şaşkınlığa neden olan bir durumla karşılaştım. Köyün her yaz olduğu gibi cıvıl cıvıl halinden eser yok, gelen birkaç aile de evlerinden çıkmamakta, balkonlardan ve karşıdan karşıya, uzaktan konuşmaktalar. Yurt dışından gelen üç cenaze dışında köyde hiç korona vakası olmamış. Bu yıl yapılması planlanan birkaç düğün de gelecek seneye ertelenmiş.
Sosyal yaşamın koronadan önceki halini almayacağı kesin görünmekle birlikte yine de şimdiden bir şey söylemek elbette pek mümkün değil. Umarım bir geçmişten kopmaya, yabancılaşmaya neden olmaz. Elbistan’ın merkezinde ve özellikle kalabalık ova köylerinde durum daha farklı. Düğünler ve benzeri etkinlikler daha çok yapılmakta. Şehir merkezindeki bir düğünden sonra doksana yakın vaka olduğu söylendi. Sayı abartılı olabilir ama hastanede yatan otuz kadar kişiden söz edildi. Ne derece doğru olduğunu henüz öğrenemedim. Yeni bir eve yerleşmenin ve her şeyi sıfırdan tamamlamanın sıkıntısını bilirsiniz. Birkaç gün dünyadan habersiz kaldım. Ev eşyası seçip almak, yerleştirmek, tamirci ve servis elemanlarıyla ilgilenmek insanın tüm zamanını alıyor. Üstelik köydeki internet sıkıntısı da hem fırsat bulduğumda sosyal medyadan haberleşmeyi zorladı, hem de bu yazıyı yazıp göndermemi olanaksız kıldı. Tabletimin şarj cihazını, ancak gelişimizin beşinci günü akşamı bulabildim. Bu durum da gündemden kopmaya neden oluyor tabii.
Gündem demişken sanırım ilk kez sayın Erdoğan tarafından gündem değiştirmeye yönelik bir olayla karşılaşmadık ya da ben kaçırdım. Bu yazının yazıldığı saatlerde CHP kurultayına yalnız iki gün kalmasına rağmen henüz Kılıçdaroğlu’nun karşısına çıkacak aday olup olmadığı netleşmedi. İkisi de eski milletvekilleri olup son dönemde Kılıçdaroğlu’nun politikalarına karşı muhalif tavırlar sergileyen Aytuğ Atıcı ile İlhan Cihaner’in adından söz edilmekteyse de yüzde beş delegenin imzasını bulup bulamayacakları şüpheli görülmekte. Özellikle İlhan Cihaner’in Selin Sayek Böke ile geçen dönem çok ses getiren eleştirilerinin delege nezdinde etkili olup olmayacağını göreceğiz.
Eskiden bölgede özellikle Kürt ve Alevi seçmenin iki partisi olan HDP ve CHP hakkında halktan çok ilginç yorumlar duyardık. Şimdi kimse olmadığı, olanları da görmediğimiz için bu yorumlardan da mahrum kaldık.
Gündemin bir diğer konusu 101 aksaçlının yayınladığı bildiri. Türkiyenin liberal, demokrat, sol, sosyal demokrat ve sosyalist kesimlerinden oluşan bir grup aydının yayınladığı, toplumca içinde bulunduğumuz bu iç karatıcı, kaotik, durumu açıklayan ve özellikle gençlere hitabeden bildirisiydi. “Farklı kesimlerden, farklı geçmişlerden, farklı siyasetlerden gelen, uzun yılları arkasında bırakmış biz aksaçlılar, ülkemizin adil ve özgür bir toplumda, sulh sükun içinde yaşamayı hak eden bütün insanlarına, özellikle gençlere sesleniyoruz” diyerek mevcut yönetimin hukuk, kamu yönetimi, ekonomi, sosyal ve kültürel alanlardaki aksaklıklara karşı çıkmanın gerekleri ve özellikle “geleceğimiz” olarak gençleri hedefe alıyorlar.
Gerek yurt içinden gerekse yurt dışından ses getirdiği görülen bildiriye bir eleştiri Tele1 yöneticisi sayın Merdan Yanardağ’dan geldi. İçeriğine birkaç küçük ayrıntı dışında katıldığını ve kendisinin de imzalayabileceğini söylediği bildirinin imzacılarını çok eleştirdi ve “neden 101, 101Dalmaçyalı mı?” diyerek sayıya takıldı. Bazılarının vaktiyle “yetmez ama evet”çilikleri üzerinde çok durdu ve Orhan Pamuk’un Türkçesini eleştirerek Nobel ödülünü siyasi nedenlerle aldığını söyledi.
Sayıya ilişkin olarak benim bildiğim, 100 sayısının kapalı, 101’in ise ucu açık olmasındandır. Yani bu sayının çok daha fazla olabileceğinin ifadesidir. Tele1 demişken RTÜK’ün Tele1 ve Halk TV ile ilgili yayın yasağı kararı geldi aklıma. Daha önce yasak kararlarının tebliğini cuma günlerinin akşam saatlerine denk getirip yargıya gitmeye fırsat bırakmadan hemen infaz eden kurum, bu sefer “bir iyi niyet gösterisi” olarak yine cuma tebliğ etmekle birlikte infazı beş gün erteleyerek çarşambaya bıraktı. Acaba bunun iyi niyet gösterisi mi yoksa çarşamba uygulanıp CHP kurultayının naklen verilmesini engellemeye yönelik bir manevra mı olduğu akıllara geldi ama iki İdare Mahkemesi’nin de yürütmeyi durdurma kararı vermesi bu konuyu karanlıkta bıraktı.
Bu iktidar döneminde kadın cinayetlerinin artması, kadın haklarına ve kadınların korunmasına ilişkin İstanbul Sözleşmesi’ne karşı yükseltilen aykırı seslerin yanında kadın hareketinin de güçlendiğini görüyoruz. Bu konuda dikkat çeken bir durum da iki partinin, HDP ve AKP’nin tavrı oldu. Bir AKP milletvekilinin evinde tabanca kurşunuyla ölen bir kadına ilişkin dosya kapatılırken bir HDP milletvekilinin bir kadını tacizine karşı partinin derhal harekete geçerek ilgili milletvekilini partiden atması her iki partinin kadına bakışını ortaya koydu.