Küresel ısınmaya karşı çözüm gibi sunulmaya başlanan nükleer santraller için uranyum madenleri olmazsa olmaz bir hammadde. ABD ve ardından Avrupa ‘Yeşil Enerji Sınıflandırma Belgesi’ içine aldığı nükleere yeniden yüzünü dönerken, Türkiye’nin uzun süredir büyümeye yüz tutan nükleer aşkı maden propagandaları ile sürüyor. En son yapılan açıklamalarda, Türkiye’de 790 bin tonluk toryum rezervi olduğu, Isparta Aksu’da keşfi yapılan 20 bin tonluk toryum madeninin ise Türkiye’nin 100 yıllık enerjisini karşılayacağı iddia edildi.
Toryum yatakları tespit edildiği belirtilen Malatya’nın Hekimhan ve Kuluncak ilçeleri, Kayseri’nin Felahiye ilçesi, Burdur’un Çanaklı ilçesi, Sivas ve Diyarbakır coğrafyasında toryum rezervinin artabileceği vurgulanıyor. Yeni nesil nükleer santrallerin ‘en temiz yakıtı’ olarak tanımlandığı iddia edilen toryumun Sinop ve Trakya’da yapılması planlanan nükleer santralde kullanılmasının hedeflendiği ise propaganda ediliyor.
Toryumla çalışacak olan nükleer santraller kurma konusunda en yoğun çaba ise Çin’de görülüyor. Çin, 2030’larda devreye alacağı ilk ticari reaktör yerini bir ‘çöl şehri’ olan Wuwei olarak belirledi. Batı Çin’in seyrek nüfuslu ‘çölleri’ ve ovalarında bu reaktörlerden çok miktarda inşa edeceği iddia ediliyor. Ayrıca Türkiye’nin sabırsızlıkla içinde yer almayı umduğu “Kuşak ve Yol Girişimi” kapsamında Çin’in yatırım yapmayı planladığı 30 kadar ülkede de bu santrallerden inşa etmek istediği söyleniyor.
Diğer taraftan Çin’in prototipini ürettiği açıklanan toryum nükleer santralinde olası bir reaksiyonda soğutma suyuna ihtiyaç duyulmayacağı ve bu santrallerin uranyum santralleri gibi çevresine çok daha az radyasyon yaydığı iddia edilirken, Çin’in bu santrallerin kurulum yeri için sanayi bölgelerini değil de ‘çöl’ sahalarının ortasını belirlemiş olması bu iddiayı boşa düşürür nitelikte.
Nükleer santrallerde yakıt olarak uranyum-238 kullanılmaktadır. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) raporlarına göre, Türkiye’deki tahmini uranyum rezervi 9 bin ton civarında. 1 kilogram yakıt elde etmek için, uranyum madenlerinde yaklaşık 5 bin ton radyoaktif kayanın yeryüzüne çıkarılması gerekiyor ki bu dağların, taşların yerle bir edilmesi anlamına geliyor. Toryum madeninde durum daha da fena.
Türkiye’de 780 bin ton toryum rezervi olduğu propagandası yapılırken, gizlenen gerçek toryum rezervi olarak sunulan ancak santrallerde kullanılması mümkün olan toryumu içermez. Bunun bin de 18.5 kadarı saf toryumdur ve reaktörlerde yanan sadece saf olan toryumdur. Isparta’da 100 yıl yeteceği belirtilen 20 bin ton rezervin binde 18,5’ini aldığımızda bu açıklamaların nasıl abartıldığını anlayabiliyoruz. Bu abartıların ardında yatan gerçek ise maden girişimlerine karşı gelişen mücadeleleri ‘milli’ çıkarlar bağlamında bastırmak için gerekçe olarak kullanmak ve halka ‘bakın ne kadar zenginiz’ yalan propagandasını yapmak içindir.
Türkiye’de yapılan madencilik sadece sermaye yararını içerirken, sermayenin kazancını arttırmak amacıyla bu madenlerin altyapıları dahil tüm yük halkın sırtına yıkılıyor. Maden şirketlerine birçok teşvikler verilerek desteklenirken, bu süreçte doğal yaşam büyük bir yıkıma uğruyor ve kamu gelirleri de bu yolla sermayeye aktarılıyor.
Türkiye’de ilk ciddi nükleer santral girişimi Mesut Yılmaz hükümetleri döneminde atılmıştı. Sonrasında iktidara gelen Ecevit bu süreci askıya almış ve durdurmuştu. Askıya alınan nükleer santral için Yılmaz hükümetine nükleer sermaye tarafından 400 milyon liralara varan rüşvetler dağıtıldığı basın organlarında çokça yer almıştı. Bugün Rusya ile gizli anlaşmalar yoluyla ilerleyen Akkuyu Nükleer Santral süreci bu bakış açısı üzerinden de değerlendirilmesi gerekmektedir.
Sinop’ta inşa edilmek istenen Nükleer Santral’de ise Japon şirketin çekilmesi sonrası, Elektrik Üretim A.Ş’nin (EÜAŞ) inşa sürecini üstlendiği açıklandı. EÜAŞ’ın anlaşma dosyasındaki adresinin ‘Jersey Kanal Adaları Türkiye Merkez Şubesi’ olarak gösterilmesi dikkat çekerken, bu yolla nasıl bir katakulli çevrildiği henüz ortaya dökülmemiş olmasına karşın bir kamu şirketinin merkezinin Jersey Adaları’nda ne işinin olabileceği yukarıdaki vurgulara bakarak bir sonuca varılmasını gerektiriyor.
Kapitalizmin dünyayı yerle bir eden yağma süreci Türkiye’de AKP iktidarı eli ile azgınca sürdürülmektedir. AKP; inşaat, enerji, maden, savaş sanayisi gibi üretimleri merkezine oturturken, sermayenin ihtiyaç duyduğu yeni yasalar, yönetmelikler çıkarmayı ve ihaleler yapmayı kesintisiz sürdürmektedir.
Nükleer santraller, termik santraller, HES’ler, güneş-rüzgâr santralleri, tehlikeli atık yakarak enerji üretim tesisleri, biyo enerji ve jeotermaller vd. enerji üretim biçimlerinin tamamı sermayeye birikim yolları yaratılıp halkları ve doğayı sömürmek üzere kurgulanmaktadır.
Öngörülüp planlanan tüm yatırımlar yaşam alanlarımızın, doğal koruma alanlarımızın ve tarım alanlarımızın üzerine inşa edilmektedir. Sular doğadan çalınarak, enerji üretimlerine bağlanmaktadır. Kapitalizm, aşırı üretim zorunluluğu dünyayı yaşanamayacak bir gezegen haline getirme yolunda hızla ilerlerken, bizlere ise temiz-kirli vb. üzerinden ayrıştırmalar yaratıp, kendi yağma süreçlerinin birer parçası haline getirmekteler.
Yapabileceğimiz tek şey kapitalizmden bir an önce kopmanın yollarını yaratarak, doğal yaşamı rahat bırakıp gelecek nesillerin ve soyu tükenmek üzere olan tüm canlıların yaşayabilmesi için anti-kapitalist ve ekolojik paradigmayı önceleyen sosyalizm perspektifiyle bu saldırılara karşı durmak ve yeni bir dünya yaratmak zorundayız.