Aslında başlığı “Yeni Yaşam” olarak atmıştım ama gazetemizin adı üzerinde herhangi bir spekülasyona yol açamamak için böyle yazdım. Dünyada on, ülkemizde sekiz ayı dolduran koronavirüs salgını, tüm dünyada sadece ekonomide değil, eğitimde, sosyal ilişkilerde, akrabalık ve aile ilişkilerinde, hasılı toplumsal yaşamın her alanında köklü değişiklikler yaptı, yapmaya devam ediyor.
Bir zamanlar yüzde seksen kadarı kırsalda yaşayan halkımızın özellikle yetmişli yıllardan itibaren yurt dışına ve büyük şehirlere akın etmesiyle başlayan iç ve dış göçün sonucu olarak boşalan köyler, tarım ve hayvancılığa da büyük bir darbe vurdu. Altmışlı yıllarda otuz milyondan az nüfusa elli beş milyon küçükbaş hayvan varlığı, nerdeyse üç katına yaklaşan nüfus karşısında yarı yarıya azalmıştır. Bir zamanlar kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olan ülkemiz, yalnız sanayide değil, başta tarım olmak üzere ekonominin her alanında dışa muhtaç hale gelmiştir.
Üç aya yakın zamandır, İstanbul’un sıkıntısından ve eve hapsolup kalmaktan kaçarak eşimle Elbistan’daki köyüme yerleştik. Daha bir süre de kalacağa benziyoruz. Köyümüz, 1949 yılında çevresindeki otuza yakın köy ve bir o kadar da mezranın bağlı olduğu bir bucak haline gelmişti ve o dönem, belki günümüzdeki dokuz yüzü aşkın ilçenin yarısına yakınından daha fazla nüfusa sahipti. Bucak Müdürlüğü yanında beş ilkokulu, Nüfus memurluğu, Tapu dairesi, doktor kadrolu sağlık ocağı, Meteoroloji memurluğu, Tarım Kredi Kooperatifi vardı. Ayrıca her köy ve mezrasında okul vardı. Bir zamanlar pazar da kurulurdu. Canlı, hareketli ve oldukça kalabalıktı. Yalnız köyün beş küçük mahallesinde toplam on dört küçükbaş hayvan sürüsü, her mahallenin bir iki sığır sürüsü vardı. Çoban ve sıgırtmaçların sayısı kırka yakındı.
Şimdi ise bu köyün tümünde dışarıdan gelen emeklilerle birlikte toplam yüz elliden az insan bulunmakta. Kışın bu sayı daha da düşecek. Çevresindeki otuza yakın köyün yalnız birinde okul bulunmakta. Tüm köylerin öğrencileri iki okula taşınmakta ve iki okulun toplam öğrenci sayısı iki yüz civarında. Tabii okul demişken eğitimin düştüğü durumdan da söz etmeli. Köylere dağılmış bu öğrencilerin çok büyük bölümünde ne bilgisayar, ne tablet var, ne de internet. Tabii bu yalnız bu köylerin sorunu değil, Türkiye’nin hemen her tarafı bu durumda.
İşte tüm bu etkenler, toplumsal yaşamı alt üst ediyor. Yalnız neşe ve eğlence kaynağı değil, birer dayanışma örneği olan düğün ve nişan törenleri büyük ölçüde ertelenmiş bulunmaktadır. Bu yıl bu köylerin hiçbirinde sünnet düğünü yapılmadı. Cenazeler, birkaç kişiyle kaldırılmakta, taziyeler uzaktan uzağa selamlama yoluyla geçiştirilmekte. Özellikle yurt dışında yaşayanlar, en yakınlarının cenazelerine katılamamakta. Gerek İstanbul’da gerekse bölgemizde haftada en az iki üç cenazeye katılan ben, son yedi ayda sadece iki cenazede uzaktan başsağlığı diledim.
Umarım bu menhus salgın, Türkü, Kürdü, Çerkesi, Çeçeni, Lazı, Ermenisi, Süryanisi, Arabıyla; Alevisi, Sünnisi, Hristiyanıyla toplumdaki katmanların gerek kendi aralarındaki dayanışmayı, gerek katmanlar arası ilişkileri bozmaz derken Suriye, Irak ve Libya’dan sonra karşımıza bir de Azerbaycan-Ermenistan çatışması çıktı. Sovyetler Birliği döneminde yetmiş yılı aşkın süre bir arada yaşamış iki toplumun savaşı, yalnız ikisi arasında değil, ülkemizde de derin sıkıntılara yol açar. Azerbaycan’ın yanında yer alan ve tam destek vereceğini belirten Türkiye’nin tavrının içte, başta Ermeni yurttaşlarımız olmak üzere diğer halklara bir düşmanlığa yol açması, toplumda var olan ve kimi çevrelerce sürekli provoke edilen kutuplaşmayı derinleştirmeyeceğini umarız. Buna herkesten önce siyasilerin ve devlet yöneticilerinin dikkat etmesi gerekir.