Hicri İzgören
Kamuoyunda ‘sansür yasası’ olarak adlandırılan kanun teklifi TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edildi. Bu kanun teklifi Meclis Genel Kurulu’nda da kabul edilirse toplumun haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve iletişim alanında zaten var olan sansür daha da katmerleşecek.
Hukukçular bu yasanın yoruma açık bir yapıda olduğunu, bu yüzden siyasi amaçlarla kullanılacağını, gazetecileri ve muhalifleri cezalandırma yönünde kullanılacağını belirtiyorlar.
Teklifin bu haliyle kanunlaşması halinde yüzlerce kişi yargılanacak. Hatta, yargılamalara ‘bu kadar da olmaz artık’ tepkisi gösterenler de yargılanacak. Hukukçulara göre bu madde yoruma açık olması nedeniyle siyasi amaçlar doğrultusunda kullanılacak, muhalifler, gazeteciler cezalandırılacak. Sosyal medyadaki paylaşımlar çok ciddi kıskaca alınabilecek. Öyle ki erişime engelli bir haberi sosyal medya hesabından paylaşmak, anlık gelişen bir olaya ilişkin son durumu aktarmak veya yorum yapmak, bunları paylaşan hesaplardan retweet etmek de suç olarak değerlendirilebilecek.
Mevcut yasalarla zaten yoğun bir sansür uygulanıyor. İfade Özgürlüğü Derneği’nin çalışmasına göre 2020 sonu itibarı ile 150.000 URL adresine, 7.500 Twitter hesabına, 50 bin tweete, 12 bin YouTube videosuna, 8 bin Facebook içeriğine ve 6 bin 800 Instagram içeriğine de 5651 sayılı Kanun ve diğer hükümlere istinaden erişim engellenmiş. Bu da yetmiyor her türden bilgi üretimi kontrol altına alınmaya çalışılıyor.
***
Halkın gerçekleri öğrenmesinden korktukları için, basın özgürlüğü, tarih boyunca baskıcı sistemlerde hep ilk kısıtlanan alan olmuştur.
Tüm muhalif kesim baskı altında. Daha birkaç gün önce Diyarbakır’da 16 gazeteci gözaltına alınıp tutuklandı. Tutuklamalar geride kalanları susturma, gözdağı ve sindirme amaçlıdır. Toplumsal muhalefetin tümüne karşı psikolojik bir harekat yürütülüyor. Muhalefeti bitirmek ve ona destek veren herkesin sesini kısmak amacıyla yapılıyor her şey. Bu yetmezmiş gibi yeni kısıtlamalarla kendi dışındaki herkesi düşman ilan edecek yasalar, yasaklar peşinde koşuluyor.
Baskılar hiç eksik olmadı. Bu tür uygulamalar günlük yaşamın bir parçası haline geldi. Aydının, yazarın, gazetecinin işi; öğrendiklerini, bildiklerini kendi meşrebince topluma sunmaktır. Bu etkinliklerin oluşabilmesi her tür dezenformasyon ve yasaklardan arındırılmış özgür bir ortamla mümkündür.
***
Türkiye’de gerçek anlamda demokratikleşme sürecini tamamlayamamış olan toplum yapısı, yurttaşlık bilincinin yerleşmesini engellemekte ve birkaç muhalif duruşun dışında medyanın kamu hizmeti görevini gözardı etmesine neden olmaktadır. Sosyal sorumluluk anlayışını rafa kaldırıp yurttaşların en doğal hakkı olan doğru ve eksiksiz bilgilendirilme hakkını kendi eliyle ihlal eden bu yapının demokratikliğinden bahsetmek zaten mümkün değildir.
Medya bir propaganda aracı olarak kullanılırken, halka kirlenmiş, yalanlarla zehirlenmiş, çarpıtılmış haberler sunuldu hep. Yıllarca devlet eliyle paranoyalarla, önyargılarla beslendi bu halk. Herkesin ona düşman olduğu, onu yok etmeye çalıştığı ezberletildi. Medyada ayrıştırıcı ve ötekileştirici bir dil kullanılmadan siyasi bir argüman oluşturmak ya da bir haber yapmak bu ülkede neredeyse mümkün olmadı. Dürüst ve vicdanlı bir dil kullanmak yerine çıkarcı ve saldırgan bir dille konuşmak daha kolay geldi onlara.
Demokrasinin soluk alıp vermesini sağlamanın bir yolu da medyadır. Çünkü medya yönetilenler ve yönetenler arasındaki tek iletişim aracıdır.
Bugün Türkiye’de medya tarafsızlığını yitirmiş, sorumluluk anlayışını rafa kaldırıp yurttaşların en doğal hakkı olan doğru ve eksiksiz bilgilendirilme hakkını kendi eliyle ihlal eden bir savaş aygıtına dönüşmüş, iktidarın sözcüsü olarak bu propaganda ve algı yönetiminin bir aracı haline gelmiştir.