19 Kasım akşamı Rojava Kurdistan’ın ve Kuzey ve Doğu Suriye’nin onlarca yerleşim yeri ve Başurê Kurdistan’ın bazı bölgeleri ve yerleşim yerleri Türk savaş uçakları tarafından yoğun biçimde bombalandı.
Hava saldırılarında onlarca insan hayatını kaybetti ve çok sayıda insan da yaralandı, onlarca yerleşim yeri ağır hasar gördü.
Kobanê’deki Covid hastanesi uçak saldırılarında yıkıldı.
AKP iktidarı Şam hükümetiyle sözde barış görüşmelerini yürütüyordu.
Hava saldırılarında 20’nin üzerinde Suriye askerinin hayatını kaybettiği, bir o kadarının da yaralandığı söyleniyor.
Onlarca insanın katledildiği, bir o kadarının yaralandığı, yine onlarca yerleşim yerinin yıkımına yol açan saldırı dalgasının gerekçesi AKP iktidar tarafından Taksim’deki saldırıya cevap olarak kamuoyuna servis edildi.
İçinde iktidarın eli olduğu her yönüyle açığa çıkan Taksim saldırısı iktidar tarafından Kürtlere mal etme girişimi Kürt düşmanlığından öte bir şey değil. Kürt düşmanlığı iktidarın iliklerine o kadar işlemiş ki! İktidar günlük ve anlık olarak Kürt halkına karşı düşmanlık icra etmediği zaman adata kriz nöbetine tutuluyor.
AKP iktidarı Kürtlere yönelik iftira, saldırı ve katliamlarla düşmanlık sergilemeyi kendi açısından en büyük ‘marifet’ olarak görüyor. ‘Marifetini’ sergileme yönünde her türlü hileye ve kirli yönteme başvurmaktan bir millim imtina ettiği yok.
Türk ordusunun Zap, Metina ve Avaşin alanlarında HPG güçlerine yönelik insanlığa karşı en büyük suç kategorisinde yer alan kimyasal silah saldırıları kamuoyunun gündemine oturdu.
İktidar kimyasal saldırı gündemini saptırmak, Kürt halkının ve uluslararası kamuoyunun kimyasala karşı tepkisini ve dikkatini boşa çıkarmak için kendi elinin içinde olduğu Taksim saldırısını vesile ederek 19 Kasım gecesinde yeni bir saldırı konseptini devreye koymuş bulunuyor.
İktidarın zincirleme saldırı konseptlerindeki amaç Kürt halkının iradesini kırmak, kimyasal saldırılarla, işgallerle, toplu katliamlarla, göçertme, hapis ve işkenceyle Kürtlerin iradesini kırmak iktidarın en büyük hayali.
Şunu da belirtelim ki Kürtlerin iradesini kırma saldırıları ve hayali sömürgeci ulus devletler ve onların uluslararası destekçilerinin asırlık hayali, aynı zamanda çabaları.
AKP-MHP iktidarı Lozan’dan beri süregelen saldırı periyodunun en ırkçı, en faşist, en saldırgan örneğini sergiliyor.
Lozan anlaşmasının yüzüncü yılına bir seneden az bir zaman kaldı. 21 Kasım 1922’de başlayan Lozan Konferansı 8 aylık bir sürecin ardında 24 Temmuz 1923’te Kürtlere yönelik tarihte benzeri olmayan bir adaletsizlik anlaşmasıyla sonuçlandı.
Lozan’la Kürt sorununda geliştirilen çözümsüzlük ve adaletsizlik konsepti bir asırdır devam ediyor.
Bu konseptin Kürt halkına yönelik faturası son derece ağır bir fatura, küresel güçlerle sömürgeci ulus devletlerinin ittifak ve dayanışma içinde kurup geliştirdikleri ve günümüze kadar sürdürdükleri tezgahın yol açtığı yıkımı, yol açtığı çıkmaz son derece büyük.
Kürt halkı Lozan’dan bu yana kendisine dayatılan zulme, kırıma ve kötülüğün bin bir çeşidine karşı varlığını koruma, özgürlüğünü elde etmek için bir süreklilik içinde sergilediği direniş, sergilediği özgürlük tutkusu başlı başına bir mucize.
Kürtler halk olarak yeni yüzyıla özgürlüğünü yerleştirme ve bu temelde mücadelesini verme özlemi ve bilinciyle hareket ediyor.
AKP-MHP iktidarının yeni yüz yıllına yönelik tasavvurunda demokratik bir ülke, cumhuriyetin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun demokratik temelde çözümü yok.
Yeni yüzyılda Kürtlere yönelik temel tasavvurları Kürt kıyımının sürdürülmesi yönünde. Dinci, milliyetçi kanatla, laik milliyetçi kanadın ortak buluşma ekseni, Kürt sorununda çözümsüzlüğün sürdürülmesi, geride bıraktığımız yüzyılın uygulamalarını aratan, bir kötülük aratan bir saldırı için yönlerini faşizme verdikleri görülüyor.
Lozan’la kurulan tezgahı kırmak, oluşturulan çıkmazı aşmak hem Kürt halkı, hem bölge halkları ve hem de insanlık için yeni bir sayfa olacak. Bunun mücadelesinde olmak gerekiyor.