Öyle bir gündem ki bir ucu Heftanin’e uzanıyor, bir ucu Libya’da Kürt karşıtı politikalar için al gülüm ver gülüm pazarlıklarında kullanılmak üzere mevzi kapma ve pul toplama arayışına. İlginçtir ki bir ucu da Ayasofya meselesine!..
Doğan Çetin/Analiz
Rojava ve Kuzey Suriye’deki gelişmeler dışarıdan göründüğü gibi yerini sessizliğe mi bırakmış durumda? Daha düne kadar Serikani ve Gire Spi saldırılarıyla yetinmeyip “Sırada Kobani var, sırada Qamışlo var, Derik var.
Gerekirse Haseki’ye oradan Dera Zor’a kadar uzanacağız” diyen Türkiye bu ara neler ile meşgul? Son olarak bölgede belli bir heyecan yaratan ulusal birlik çalışmalarının dışında Rojava ve Kuzey Suriye’nin daha yakıcı ve tabi ki kritik başka gündemleri yok mu? Elbette var. Hem de inceden inceye hazırlanan yeni gündemler uygulamaya konmuş durumda.
Öyle bir gündem ki bir ucu Heftanin’deki saldırılara uzanıyor, bir ucu da Libya’da Kürt karşıtı politikalar için al gülüm ver gülüm pazarlıklarında kullanılmak üzere mevzi kapma ve pul toplama arayışına. İlginçtir ki bir ucu da Ayasofya meselesine kadar!.. Bu Türkiye’nin ‘yeni’ dış politikası! Daha ‘yeni ufuklu’ daha ‘geniş perspektifli’ gibi görünse de bu dış politika da “Kürt karşıtlığına” dayanıyor. Libya’da da cereyan etse, Afrika’da da görünse, Kıbrıs’tan da sesi gelse, Ayasofya’da da yankılansa tüm bu galeyan ve hırçınlık açık ve seçik bir şekilde Kürt inkarı ve statüsüzlüğü için!
Kobani’yi kuşatma
Evet, Rojava ve Kuzey Suriye’de bir başka gündem var. Yakın bir zamandır yeni saldırıların kapıda olduğu çeşitli biçimlerde kamuoyuna yansımıştı. Hatta bu saldırıların hedefi olarak Kobani ismi bile zikredilmişti. Geçtiğimiz günlerde DSG Sözcüsü Kino Gabriel yeni bir operasyon hazırlığı içerisinde olan Türkiye’nin Ayn İsa’ya sevkiyat yaptığını söyledi. Bu arada Ayn İsa’ya yönelik bir saldırı demek Kobani’nin doğusundan Fırat suyunun üstüne doğru kıvrılıp Kobani’yi kuşatmaya almak demek. DSG, bir süredir Türkiye’nin kendisine bağlı grupları yeni bir operasyon için hazırladığına, sınıra sevkiyat ve güç yerleştirdiğine hatta operasyonun komuta kademesinin bile oluşturulduğuna dair bilgilere ulaşmıştı.
Efrin benzeri mi?
Bugündem Rojava ve Kuzey Suriye’nin şimdiki en yakıcı gündemi. Siyasi ve diplomatik alanda yaşanabilecek akıl tutulmaları bu gündemi baskılasa da sahada gittikçe artan ve artacak olan gelişmeler yakın zamanda yeni bir saldırı harekatını konuşacağımızı gösteriyor.
Türkiye’nin daha Gire Spi’yi ve Serikani’yi ele geçirme saldırıları sırasında Kobani’ye göz diktiği, hazırlığı bu kapsama taşımak istediği ancak hem sahada gelişen direniş hem de uluslararası alanda artan ve özellikle ABD’yi etkisi altına alan Kürt taraftarlığı buna olanak tanımamış, Trump’ın en azından bir dönem için Erdoğan’dan Kobani’ye saldırmaması sözünü almasına kadar gitmişti. DSG Genel Komutanı Mazlum Ebdi ile yaptığı telefon görüşmesinde bu sözü hatırlatan Trump, büyük bir iş becermiş gibi Kobani için telaş edilmemesini dillendirmişti.
Ancak gerçek şu ki Kürtler için Trump’ın sözünün değerinin beş kuruş etmediği bir tarafa, o tarihlerde Kobani üzerine bir şeyler söyleme sözü olan ABD şimdi sahada aynı noktada durmuyor. Kobani’den çekilen ABD güçleri ardından üslerini Ruslara teslim etmiş, sadece Kobani değil Tiltemir’den başlayıp batıya doğru Kobani’ye uzanan hattan elini çekmişti. Şimdi oluşan yeni denklem akıllara Efrin sürecini getiriyor. Efrin’de “Fırat’ın batısı beni ilgilendirmez” diyen ABD’nin “Tiltemir’in batısı da beni ilgilendirmez” demesi gayet mümkün. Burada Kürtlerin muhatabı ise yine Efrin’de olduğu gibi Ruslar! Ruslar Efrin süreci öncesi DSG ile Efrin’in Suriye güçlerine devredilmesini ve Dera Zor alanına DSG ile birlikte nüfus etmeyi dayatmış, bunun kabul edilmemesi üzerine “Rusya’nın onayı, ABD’nin de desteği” ile Türk ordusu Efrin’e yönelik kara harekatına başlamıştı. Hatta sağlam kaynaklardan aldığım bilgilere ve kimi belgelere göre Efrin savaşında kırılmanın eşiğine gelen Ankara, Ruslar ve ABD’nin hayat öpücüğü ile yenilgiyi başarıya dönüştürmüştü. Özellikle Efrin operasyonunun ilk süreçlerinde kırsal alanda önemli bir direniş sergileyen DSG karşısında Türkiye’nin kara harekatında kullanmış olduğu ve ağır kayıplar alan grupların savaş isteği kırılmış, operasyonu yürüten TSK’nın kuvvet komutanlarından operasyonun geri çekilmesi, en azından durdurulması isteği yükselmişti. Burada kuvvet komutanlarının da anlayamadığı bir şekilde Erdoğan’ın müdahalesi devreye girmiş, sahada toplantılar ve görüşmeler gerçekleştiren Erdoğan grupları ikna edip komuta kademesine müdahale etmişti. Bu müdahale ardından kuvvet komutanlarının ve diğer AKP yetkililerinin dillendirdiği şey şuydu: “Erdoğan’ın bildiği bir şeyler var!”
Rusya’nın kazandıkları…
Erdoğan’ın bildiği şey Rusya ve ABD’nin teşvik ve desteklerinden başka bir şey değildi. Erdoğan Rusya’nın kısa bir dönem hava sahasını kapatmasının ardından DSG ile Efrin’in devredilmesi pazarlığının sonuç almadığını, hava sahasının yeniden üstelik ‘ama’sız açılacağını biliyordu. Yani saldırının yeni bir aşama kazanması için Rusya’dan şartsız yeşil ışık almıştı. Bu aynı zamanda en azından Efrin-Halep hattında varlık gösteren İran güçlerinin de operasyona göz yumması demekti. Ayrıca Rusya bu tavrı karşısında henüz ne olduğu tam bilinmeyen büyük bir taviz de kazanmıştı. Bu kazancı için Bir Rus komutan görüşmede DSG’li yetkililere, “Bu pazarlık karşısında Türkiye’den kazandıklarımız On Efrin eder!” demişti. ABD’nin ise DSG’ye açıktan “Efrin bizi ilgilendirmez, DSG Efrin’e takviye için güç gönderirse desteğimizi çekeriz” tehditleri de Türkiye için ‘önün açık’ anlamına geliyordu. Aynı zamanda Rusya-Suriye ve ABD sahada DSG güçlerine şehir merkezini terketmeleri yönünde baskı uygulamaya çoktan başlamıştı. Ardından şehir merkezini ele geçiren Türk ordusunun kuvvet komutanları bu durumu ‘kaybedecekken kazandık’ diye yorumlamıştı.
Yine aynı telkin
Efrin saldırıları öncesi de ilginçtir ki Rojava ve Kuzey Suriye’de sırasıyla ABD ve Rusya görüşmeleri hız kazanmıştı. DSG üzerinde tüm bu güçlerin talepleri baskılanmış “bunlar olmazsa eğer…” diye inceden inceye mesajlar verilmişti. Burada ‘Efrin’ için hem ABD hem de Rusya “böyle bir saldırı olmaz” diye telkinlerde bulunmuştu. Geçtiğimiz birkaç gün içinde de Rojava ve Kuzey Suriye’de önce Rusya’nın Suriye güçleri Komutanı General Alexander Chaiko ardından ise ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral McKenzie, DSG Genel Komutanı Mazlum Ebdi ile görüşmeler gerçekleştirdi. Bu görüşmelerde kendi gündemlerinin yanı sıra olası Kobani operasyonu için her iki yetkili de kerameti kendinden gösterip “böyle bir şeye ihtimal vermiyoruz” biçiminde telkinlerde bulunmuş.
Tarih tekerrür eder mi?
Bu arada Efrin sürecinde bahsettiğimiz benzer dayatmalara karşı DSG’nin ve Rojava yetkililerinin önemli sınavlar verdiğini de hatırlatmakta fayda var. Sahada Kobani’ye yeni bir saldırı planının olurunu ve desteğini verecek güçlerin plan ve dayatmaları bitmiş değil. Rusya’nın petrol kaynaklarını önemli bir mesele haline getirdiği, başta Dera Zor’a yine bunlarla birlikte Minbiç, Rakka, Tabka alanlarına nüfus etme arayışında olduğu, DSG’ye her fırsatta ABD ile işbirliğinin bitirilmesini dayattığı, Arap aşiretlerini DSG’den uzaklaştırıp Rusya’nın kanatları altındaki rejime yanaşmaya zorladığı, DSG’nin denetimi altındaki hemen her alanda inisiyatif arttırıcı ve mevzi kapıcı girişimlerde bulunduğu sadece bilinenler. Hele Suriye rejiminin son ekonomik krizi ile birlikte kaybettiği kanı yeniden kazanması için Rusya bu baskılarına ve faaliyetlerine daha fazla hız vermiş durumda.
İp ne zaman salınır?
ABD’nin ise Güney Kürdistan’dan Rojava’ya uzanan bir Kürt bölgesini yeni mesai alanı haline getirmeye çalıştığı, bunun için ‘Rojava devrimini Güneylileştirek’, Rojavalı güçleri de KDP’lileştirerek ‘makul’ hale getirmeye çalıştığı, bunun için ulusal birlik çalışmalarını bir sopa gibi kullandığı biliniyor. Rusya’nın da baskılarından haberdar olan ABD’nin Rusya ve Suriye rejimi ile ilişkiler için de parmak salladığı apaçık ortada. Tüm bunların yanına Türkiye’nin tehditleri de eklenince Rojava ve Kuzey Suriyeli yetkililer ile DSG güçlerinin önemli bir baskı ile mücadele ettiğini belirtmek mümkün. Bu güçler bu baskıları yaparken Türkiye’nin ipini tuttuklarını da her fırsatta inceden inceye hatırlatınca, asıl tehlikeli soru o zaman akıllara geliyor. Bu ip ne zaman salınacak?
Ayasofya mesajı!
Bu arada daha geçtiğimiz yıl ‘Ayasofya ibadete açılsın’ taleplerine cevaben “Ben bir siyasi lider olarak bu oyuna gelecek kadara istikametimi kaybetmedim” diyen Erdoğan apar topar hiç de gündemde yok iken bağıra çağıra Ayasofya müzesine cami statüsü kazandırdı. Bu hamle apaçık bir mesaj! Hem de tehditler içeren bir mesaj! Peki bu mesaj kime? Tabi ki Erdoğan’a Rojava saldırıları için “şimdilik dur!” diyenlere, Türkiye’nin ipini tutanlara. İnsan bir müzeden bir gün içerisinde yeniden İstanbul fethedilirmişçesine camiye dönüştürülen güzelim Ayasofya’nın haline acıyıp “Hey ‘Kürt inkarı’ sen nelere kadirsin!” demekten kendini alamıyor.
Bakalım önümüzdeki günler neyi gösterecek. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki Kobani’ye bir saldırı demek Türkiye’de yeniden seçim demek! Neticesinde Erdoğan için her seçim arifesinin en etkili seçim hamlesi bu değil mi? Peki, Rojava’da yeni bir saldırıya hazırlanan Kürtler ve demokrasi güçleri Türkiye’de de yeni bir seçim mücadelesine hazırlanıyor mu?