Geçen yüzyılın sonunda başlayan ve 21. yüzyılda altın çağını yaşayan neoliberal politikalar uluslararası mali sermayenin amaç, araç ve ihtiyaç diyalektiği doğrultusunda devam ediyor.
Neoliberal uygulamalar, totaliter ve merkeziyetçi siyasal sistemleri gerektirdiği için Güney Amerika’dan Uzak Doğu’ya, Doğu Avrupa ülkelerinden Ortadoğu ve Türkiye’ye kadar dünyanın her yerinde siyasetin temel doğası değişiyor. Devletin ekonomideki rolü azaltılıyor, tekellere tam bir özgürlük veriliyor, sendikaların dizginleniyor, sosyal güvenlik hakları kısıtlanıyor, demokratik hak ve özgürlükler sınırlanıyor, başka bir deyişle sosyal, siyasal, etnik, kültürel ve inançsal sorunları da içine alan kategoriler ve konseptler şeklinde sürüyor. Diğer alanlarda olduğu gibi eğitim ve kültür alanında da, “piyasa değerlerine” neoliberal vurgular yapılarak eğitim reformları adı altında değişim süreçleri yaşanıyor.
Bu bağlamda “ekonomik ve kişisel güvence, çocuklara aktarılan geleneksel değerler, öğretiler ve otorite, ve toplum genelinde cins ve sınıfa bağlı rol dağılımı” gibi toplumsal dönüşümler egemenlerin sınıf çıkarları doğrultusunda yapılıyor. Okullar devletten ve bürokratik kontrolden çıkarılıyor, özelleştirme ve piyasalaşma hızlanıyor, öğretmenler ve öğretmen birliklerinin güçleri kırılıyor, eğitimin tüm sektörleri kapitalizmin yeni girişimci değerlerine göre yeniden düzenleniyor.
Küresel eğitim ve kültür politikalarının amacı, insanların kendilerini bir ulusun, bir sınıfın, bir toplumsal grubun, bir cinsin vb bireyleri olarak algılamalarını değiştirmeye yöneliktir. İdeolojik ve siyasal hedef, mevcut piyasa ekonomisini desteklemek için herkesi sadece bir birey olarak düşünmeye ve “kendi çıkarlarını ekonomik sistemin kendisine sunduğu seçenekler içinde maksimize etmeye” teşvik etmektir. Neoliberalizmin düşünsel ve pratik uygulamalar bazında hemen yanı başında çıkarlarını bu yeni ideolojik ve politik akımla bütünleştirmiş olan yeni muhafazakârlar var.
Yeni muhafazakârlık, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda “kaybolmuş veya miadını doldurmuş gelenekler ve otoriteye saygıyı tekrar sağlamaya yönelik” çabaları içermektedir. Kapitalizmin anavatanı olan Batı Avrupa’nın siyasal, sosyal ve kültürel yaşam tarzı 21.yüzyılda artık Hıristiyan Batı Medeniyeti’nin patolojik bir ürünü olan Amerikan hayat tarzına dönüşüyor. Eğitim, kültür, sanat vb alanlardaki yeni değişim ve dönüşüm projeleri, insanlık dünyasındaki tüm kültürler asimile edilerek Amerikanlaştırılıyor. Küresel kapitalizm çağında bireylerin, kendi toplumsal-kültürel ortamlarının bilinçli bir mensubu olmaları değil, yığının bir parçası olmaları sağlanmaya çalışılıyor.
Bu bağlamda “moda düşüncelere, moda kitaplara, moda tarzlara tutkun hale gelmiş bireyin yaşama biçimi” yeniden şekillendiriliyor. Bu değişim ve dönüşüm Türkiye’de, Türk-İslam milliyetliçiliği ve yeni Osmanlıcılık olarak yapılıyor ve bütün toplum İslam’ın biat kültürüne zorlanıyor. 12 Eylül 1980 Askeri Diktatörlüğü ile başlayan, Özal, Ecevit ve Erdoğan dönemlerinde devam eden neoliberalizmin eğitim, kültür, siyaset ve ekonomi politikaları başkanlık rejiminde daha hızlı bir şekilde devam ediyor.
Göreve başlamasının daha üçüncü gününde radikal adımlar atan Erdoğan, herhangi bir 4 yıllık lisans diploması olanların yargıç yapılması, profesör olmayanların üniversitelere rektör olması, milli eğitimin kapitalist piyasa koşullarına göre düzenlenmesi için KHK’ler çıkardı. Ayrıca Devlet Tiyatroları, Opera ve Balesi’ni lağvetti, İçişleri Bakanı’na “Ülkeyi idari bölümlere ayırma” yetkisi verdi.
Yeni rejimde artık devlette ve yerel yönetimlerde eğitimin, yüksek lisansın, diplomanın, kariyerin, liyakatın bir önemi olmayacak. Klasik devlet memurları statüsü kalkacak, memurlar Başkana ve partisine bağılı olacak. Yerel yönetimler ve seçim yasaları istenildiği her an değiştirilecek. Parlamento daha da etkisizleştirilecek, muhalefetin iktidar olması önlenecek. Devlet-i ebed-müddet ideali geçerli olacak. Böylelikle rejim kalıcı hale getirilecek.