Ahmet Davutoğlu’nun partisi siyaset alanına girdi. Aslında daha parti başvurusu yapılmadan Erdoğan, bu partiye karşı önemli bir atak yaptı. Ancak bu atak etkisiz kaldı. Davutoğlu ‘mal varlığını açıklama’ resti yaptı. Erdoğan, Davutoğlu’nun meydan okumasına yanıt vermedi. Bu tartışma İslamcı tabanda nasıl bir etki yaptı bilmiyorum. Ancak Erdoğan bu tartışmayı sürdürmediğine göre, AKP için bu tartışma pek hayırlı olmadı. Erdoğan tekrar oraya dönmedi, Şehir Üniversitesi hakkında tekrar konuşmadı. Çünkü Davutoğlu geri adım atmadı. Bu aslında bir tehditti ve tutmadı.
Erdoğan’ın açığı çok ve Davutoğlu bu açıkları en iyi bilenlerden. Burada Davutoğlu’nun en önemli fonksiyonuna geliyoruz. Davutoğlu, AKP’nin çevresine örülen korku duvarında bir delik açtı. Olmaz, izin verilmez denilen şeyi yaptı. Şimdilik küçük çapta olsa bile AKP’yi böldü. Bu bir anlamda psikolojik bariyerleri de yıktı. Ali Babacan’ın sahaya inmesi ile birlikte belki de ülkedeki korku duvarı yıkılacak.
Bu partilerin siyaset arenasına çıkmaları tek başına bile AKP üzerinde dağıtıcı bir etki yapacaktır. Ama bu durum tek başına bu partilerin başarılı olacağını göstermez. Hatta en demokratik program bile başarılı olmak için, bu partiler özelinde yeterli değil. Çünkü bu partilerin kurucu kadroları Türkiye’nin buraya gelmesinde sorumluluğu olan kadrolardır.
Türkiye 7 Haziran 2015 seçimlerinde başlamak üzere bir karanlık döneme girdi. Önce Erdoğan seçim sonuçlarını kabul etmedi. Söylenenlere bakılırsa Ahmet Davutoğlu ortak hükümet için CHP ile anlaştı ve bu anlaşma Erdoğan tarafından kabul edilmedi. Bununla paralel olarak, IŞİD’in karanlık saldırıları başladı. Saldırılar, AKP’nin tek başına iktidar olmasına engel olan HDP’yi hedef aldı. Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara Garı’nda saldırılar yaşandı. Onlarca insan yaşamını yitirdi, yüzlerce insan yaralandı. O zaman başbakan olan Ahmet Davutoğlu, sorumluları yakalamak yerine ‘kokteyl terör’ diye bir kavram icat etti ve olayın karanlıklara gömülmesine neden oldu. Bazı faillerin yakalanması bu durumu değiştirmez. Önemli olan bu birbirine bağlı olayların arkasındaki karanlık senaryoyu ortaya çıkarmaktı.
Türkiye’yi bugüne getiren olaylar zinciri bunlardı.
Eğer Davutoğlu Türkiye’ye bir iyilik yapmak istiyorsa, demokratikleşmeye katkıda bulunmak istiyorsa bu karanlık dönemlerle ilgili bildiklerini ortaya koymak zorundadır. Ve kendi payı içinde kuvvetli bir özeleştiri yapmalıdır. Bunlar olmadan Davutoğlu inandırıcı olamaz. Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı yapamaz.
Kürtler ve yeni partiler
Kürtlerin üzerindeki baskının zirve yaptığı bir dönemden geçiyoruz. Devlet HDP’ye adım attırmamak, nefes aldırmamak için bütün gücü ve imkanlarını seferber etmiş durumda. Binlerce Kürt siyasetçi tutuklu, her gün onlarca insan gözaltına alınıyor. Kürtçe bir konsere, herhangi bir kültürel etkinliğe izin verilmiyor. HDP Muş İl Eşbaşkanı Aynur Sarıca, Kürt kentlerinde yaşan durumu şu sözlerle anlatıyordu: “Şunu çok rahat söyleyebilirim ki artık Kürtçe konuşmamızı, Kürt olmamızı yasaklayacak bir duruma getirdiler.” Bunun adı asimilasyondur ve devletin yüzyıldır beceremediği bir şeydir. Kürtler üzerindeki baskı sürdükçe, Türkiye’nin demokratikleşmesi mümkün değildir.
Ali Babancan’ın Kürt sorunu ile ilgili ne söylediğini henüz bilmiyoruz. Ancak Ahmet Davutoğlu’nun Kürt sorunu konusunda bir şey söylemediğini biliyoruz. Gelen bilgilere göre kapalı kapılar arkasında ‘Kürtçe’nin resmi ve eğitim dili olmayacağını’ beyan etmiş. Bu söylenenlere baktığımızda Ahmet Davutoğlu’nun şimdiye kadarki çizgisinde bir değişiklik olmadığını, AKP içinde bir klikmiş gibi davranmaya devam ettiği gözleniyor. Bu hali ile bile AKP’yi sarstığına göre, Erdoğan cephesinde işler hiç de iyi gitmiyor demektir.