“Başka bir dünya mümkün” diye haykırdığımız bir iddiamız var. İddia etmekle de kalmadığımız, mümkün kıldığımız…
Suzan Akipa
Binlerce yıldır artarak devam eden şiddetin her türlüsüne ve erkek egemen aklın bütün yok etme arzularına karşı dimdik ayakta duran bu haykırış; bugün “Jin, Jiyan, Azadî” olarak dünyamızın her bir köşesinde yankılanıyor. Bu yankı, yeni özgür yaşamı kurmanın formülü olarak kadınların ısrarını, öfkesini ve gücünü gösterdi bize. Kadın olma hali; bir kez daha, kendini pratiğiyle kanıtlayan ama aynı zamanda bu pratiğin teorisini de oluşturan bir var oluş ve var ediş biçimi oldu.
Çünkü kadınlar; kadını bedeniyle, fikriyle, zikriyle hapseden zihniyete karşı; yaşam dediğimiz eylemin ancak özgür olunduğunda bir anlam ifade ettiğini, edeceğini bütün dünyaya yeniden ilan etti. Her yaştan, inançtan, renkten kadınlar özgürlük taleplerini dile getirdi. Bu özgürlük talepleri, domino taşları misali halklarda da toplumlarda da bir anlama, bir eyleme kavuştu. Kadınla beraber, aslında kadının kurucusu ve geliştiricisi olduğu toplumu da katleden akla karşı; kadınların talebi, işte o toplumun da talebi oldu. Zaten özgürlük dediğimiz şey de ancak böyle mümkün olabilirdi. Yani mesele, özgürlüğün toplumsallaşabilmesi idi. Haklı olanın, meşru olanın ve kaygısı özgürlük olanın toplumsallaşabilmesinin önünde engel olabilecek pek bir şey de kalmamıştı zaten.
Kürt kadın Jîna’nın İran rejimi tarafından işkence ile katledilmesi, aslında binlerce yıldır süregelen “kadını yok etme arzusunun” en açık ve en can yakıcı bir örneği. Jîna; kadınların saçını günah, saçı görünen kadınları da günahkâr kabul eden dincilik ideolojisinin yegâne neferleri tarafından katledildi. Hiç şüphesiz, kadın ve doğa düşmanı olarak kurulan devletçilik; bu katletme geleneğinde en başat faildi.
Katledilmesine sebep olan Jîna’nın saçları ise özgürlük rüzgarlarında savruluyor bugün. Hem de en görkemli hali ile. Hem de onu katleden akla ve geleneğe rağmen. Rüzgârda savrulan Jîna’nın bu saçları, kadın düşmanı erkek egemen küresel sistemin korkulu rüyası olmaya devam edecektir. Çünkü bu sistem, kaybedeceğinin sinyalini çoktan aldı. Onların korkulu rüyası, kadınların özgürlük ve kurtuluş iddiası oluyor.
Bugün, Kürt kadınların haykırdığı üç kelimelik sihirli formülün; bu kelimelerin ardındaki tarihsel hakikati en yalın bir şekilde açığa çıkardığına tanık oluyoruz. Bu hakikat, kadın kimliğinin özgürlük üretici ve yaşam kurucu rolünde gizlidir. Doğrusunu söylemek gerekirse pek “gizli” de değil artık. Şiddetsiz ve bu şiddetten beslenen devlet-siz bir yaşamın mümkün ve yakın olduğunu açık açık gösteren bir hakikatten bahsediyoruz zira.
Devletsiz bir yaşamın mümkünatına, Maraş merkezli deprem sonrasında da bir kez daha tanık olduk. Yıkımdan beslenen erkek-talan rejimine ve onun enkaz altında kalan iktidarına karşı; kadınların, gençlerin ve bütün toplumun alt-üst edilen, darmadağın edilen yaşamı yeniden kurmak için nasıl da seferber olduklarına şahitiz hepimiz. İktidarların açtığı bütün yaraların adını koyan ve bu yaraların dermanını bulan bir seferberlik ruhu… Bu ruh, on binlerce insanın ölümüne ve yüzbinlerce insanın travma yaşamasına sebep olan bir sisteme karşı, yeni bir yaşamın adı oldu. Tıpkı “Jin, Jîyan, Azadî”nin bize fısıldadığı ve bizim de haykırdığımız, o yeni ve özgür bir yaşam umudu gibi.
Elbette bu sistemin; ölümüne sebep olduğu, ölüme terk ettiği varlık sadece insan değildi. İnsanla beraber insanın doğası, toprağı, geçmişi, geleceği, hafızası ve kökleri, dolayısıyla toplumsal varlığı da ölüme terk edildi. Yani; insana, yaşama, doğaya ve topluma karşı işlenmiş örgütlü, planlı, bilinçli bir suç var ortada! Bu suçtan hesap soran, bu suçu mahkûm eden ise toplumsal dayanışma hali -aslında ilk günden beri kadınların öncülük ettiği toplumsal dayanışma hali- oldu. Bu hal; toplu bir katliama, toplu bir suça verilecek en güçlü cevaptı.
Toplumsal dayanışma; enkaz ve yıkıma sebep olan erkek egemen mekanizmanın ısrarla ve şiddetle bizden istemesine rağmen vermediğimiz, vermemek için direndiğimiz, hatta direnirken de uğruna bedel ödediğimiz umudumuzu yeniden büyüttü. Bizim için, bize rağmen, ama bize karşı kurulan bu mekanizmaya karşı yükselen bu umut; yeni bir yaşamın, yeniden yaşamanın, özgür bir yaşamın inşasını mümkün kıldı, kılıyor.