1911’de aralarında Enver ve Mustafa Kemal beylerin de bulunduğu İttihatçı Osmanlı subayları, İtalyan işgaline karşı bir Müslüman direnişi örgütlemek umuduyla Libya’ya gittiler. Yanlarında, dini propaganda yaparak yerel halkı cihada çağıracak şahsiyetler de vardı. Ama İstanbul’daki hesap Trablus’da tutmadı. Yenildiler; yenilmekle kalmadılar: Osmanlı’nın topyekûn çöküş sürecini de Libya’dan başlatmış oldular. Trablus macerasını takip eden Balkan harbi ve ardından hezimetlerle dolu Cihan Harbi ile çöküş tamamlandı.
Osmanlı kalıntıları üzerinde bir milli devlet olarak inşa edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti, Rusya tarafından dizginlenmemiş olsaydı, belki de birincisinden 109 yıl sonra benzer bir çöküş macerasını, Erdoğan önderliği altında yine Libya’dan başlatmış olacaktı. İttihatçıların hayali, İslamcılıktan mezhepçiliğe, milliyetçilikten ırkçılığa her türlü saldırgan ideolojiye yaslanarak Osmanlı’yı eski görkemli dönemine geri döndürmekti.
Bugün ise nostaljisi ile avunmakla yetinmeyip olmayan bir Osmanlı’nın hayaletini hortlatma hevesi ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. “Yeni Osmanlıcılık”, bu beyhude hayalin zamanımızdaki adı. İsim babası, Yunan dışişleridir. 1974 Kıbrıs “barış” yayılması sırasında ilk kez Türkiye’nin gizli emellerini eleştirmek amacıyla kullanılmış. Daha sonra Özal döneminde, ABD’nin Irak’a 1991 müdahalesi öncesinde benimsenerek olumlu anlamda kullanıldığı görülüyor. Gazeteci Cengiz Çandar, terimi şimdikinden daha farklı bir “yumuşak güç” yayılmacılığı anlamında sıklıkla kullandı ve stratejik bir hedef olarak savundu. O dönem, Yeni Osmanlıcılık ve İkinci Cumhuriyet tartışmaları birlikte yürüyordu. Türkiye hem Avrupa’ya yakınlaşarak demokratikleşecek hem de Kürdistan coğrafyasından başlayarak Ortadoğu üzerinde nüfuz alanını genişletecekti. Bunu da büyük oranda ABD şemsiyesi altında yapacaktı.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 1993’te ani ölümünün ardından Yeni Osmanlıcılar, anlaşılır sebeplerle uzun süre suskun kaldılar. 2000’li yıllara gelindiğinde, Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” tezi ile bastırılmış Osmanlıcılık geri dönecekti. Davutoğlu; akademisyen, AKP kadrosu, dışişleri bakanı ve kısa süreli trajik başbakanlık dönemleri boyunca bu teze sımsıkı sarılarak siyasal iktidarı peşinden sürükledi. Yerini dolduracak ehil bir kadronun yokluğu koşullarında aynı tez, belki daha vulgar yorumlarla tedavülde kalmayı sürdürüyor.
Davutoğlu’nun ve genel olarak AKP iktidarının Özal dönemi yeni Osmanlıcılardan farkı, Kürt meselesini yok saymalarıdır. Özetle, Kürtler Müslüman olduğu için ve devlet de Müslümanlaşacağı için Kürt meselesi otomatik olarak çözülecektir. Bu bakış açısının Türkiye sınırları içindeki sonuçlarını yaşadık, biliyoruz.
Dış sonuçlar ise, Afrin ve Rojava’ya yapılan “barış” yayılmaları oldu. Bu operasyonlar, Türkiye devletine ve toplumuna ABD’den ekonomik yaptırımlar ve Rusya’ya itaat olarak geri dönmek durumunda. Geçtiğimiz hafta işlemeye başlayan Türk Akımı hattından Bulgaristan gibi bir ülkenin sağlayacağı kazançla Türkiye’nin kazancı kıyaslandığında Rusya’ya kayıtsız şartsız itaatten ne kastedildiği açıklık kazanacaktır.
Üstelik Rusya devlet başkanı Vladimir Putin, hattı açmak üzere İstanbul’a gelişinin arifesinde yeni “milli düşmanımız” General Halife Hafter ile görüşmüş, ardından Şam’a giderek Erdoğan ve Davutoğlu’nun hayallerini süsleyen Emevi Camii’ni ziyaret etmiştir. Erdoğan’la görüşmesi sonrasında ise Hafter ile Trablus yönetimi arasında ateşkes için ortak çağrıda bulunulmuştur. Oysa daha birkaç gün önce ordusunun başında Libya’ya hücum emirleri yağdıran başkomutan Erdoğan, “darbeci” Hafter ile ateşkesin söz konusu bile olamayacağı ifadesini kullanmıştı. Belli ki aynı başkomutan, Suriye’den sonra Libya’da da Rusya’ya biat etmek durumunda kalmış bulunuyor.
Osmanlı’yı çöküşe götüren sürecin İttihatçıların Libya macerası ile başladığı doğrudur – ki o girişimin Libya’nın resmen Osmanlı mülkü olması nedeniyle meşru temeli mevcuttur. Ama o olaydan yıllar önce Tanzimat dönemi Hariciye Nazırı Nedim Paşa’nın Rusya’nın talimatları ile ülkenin dış siyasetini belirlemesi, belki de bu yıkılışın temellerini oluşturmuştu. Nedim Paşa, Osmanlı’yı batı blokunun etkisinden çıkararak Rusya güdümüne sokmak için büyük çaba sarf etmiş ve kısmen de başarılı olmuştur. Talimatlarını doğrudan Rusya büyükelçisinden alması nedeniyle siyasi çevrelerde lakabı “Nedimoff” olmuştur.
Zamanımıza dönelim; Yeni Osmanlıcılık iflas ediyor çünkü Osmanlı hayaletinin restorasyonu anakronik bir ihtiras. Ama bu gerçek, Osmanlı’yı çöküşe sürükleyen kifayetsiz muhterislik halinin tekerrürü önünde belli ki bir engel teşkil etmiyor.