Süleyman Demirel’e ‘Baba’ lakabının yakıştırılması bir rastlantı değildi. 1960’lı ve 70’li yılların yeraltı rantını kontrol altına almış ve başına geçmişti. Genellikle ‘gazinocular kralı’, ‘kabadayı’ ya da ‘ünlü işadamı’ olarak bilinen mafya reislerinin viski ve sigara kaçakçılığından başlayarak illegal silah ticaretine, oradan da uyuşturucu trafiğine uzanan karanlık işleri, emniyet ve istihbaratın kontrolü ve ‘asisti’ ile yükselen bir sektör niteliği kazanmıştı. Son zamanlarda mafya odaklarının birbirlerine karşı yürüttüğü video savaşı sayesinde o döneme ilişkin bazı ilginç detaylar da gün yüzüne çıkabiliyor. Örneğin, açıkta demirli gemilerden yüklenerek Kasımpaşa sahiline yanaşan teknelerden tonlarca kaçak malın dönemin mahalle gençleri tarafından cüzi bir yevmiye karşılığı her gece indirilmesi…
‘Reis’ de o âlem için önemli bir lakaptır. Öyle ki, yeraltı dünyasının yeni kuşak isimlerinden Sedat Peker, bu lakabı adına ekletmek için iki kez mahkemeye başvurmasına rağmen açtığı davalar reddedilmişti. Herhalde bir ipte iki cambaz misali bir memlekete iki ‘reis’ fazla olacaktı. Nitekim bu işadamı, birkaç aydır yurt dışında ikamet ediyor. Bunun sebebini önce ‘üniversite tahsili’ olarak açıklamışken daha sonra youtube’dan yayınladığı bir video ile hakkında bir soruşturma dosyası hazırlandığını, bu nedenle yurt dışına gitmek zorunda kaldığını ifade etti. Aynı videoda, İstanbul havalimanından yurt dışına çıkışını Berat Albayrak’ın engellemeye çalıştığı bilgisini de verdi.
Halbuki o güne kadarki genel kanı, işadamı Peker’in yurt dışı seyahati zaruretinin yeraltı dünyasının ünlü ismi Alaattin Çakıcı’nın tahliye olma ihtimali üzerine hâsıl olduğu yönündeydi. Cezaevindeki Çakıcı ile dışarıda saltanat süren Peker arasında söz düellosu yaşandığı ve Çakıcı’nın çıkışta bunu Peker’in yanına bırakmayacağı yorumları yapılıyordu. Nitekim bu yılın Nisan ayı içinde gerçekleşen ‘Çakıcı Affı’nı takiben Çakıcı taraftarı olduğu söylenen bir takım işadamları, Peker’e küfür ve tehditler yağdıran videolar yayınlamaya başladılar. Peker de bunlara yine youtube videoları ile aynı lisanda cevaplar veriyordu ki en son bir video yayınlayarak Fetöcülerin Berat Albayrak hakkında kendisini yanlış yönlendirdiklerini belirtti. Beklendiği üzere, mafya uzmanı gazeteci Saygı Öztürk de bu aşamada derhal devreye girerek, Peker ile Çakıcı arasında bir telefon görüşmesi gerçekleştiğini, tarafların barış anlaşmasına vardıklarını duyurdu.
Sokağa çıkma yasakları süresince film ve dizi izlemekten sıkılanları eğlendirerek yeraltı dünyası hakkında bilgilenmelerini de sağlayan bu bol küfürlü, tehditli ve hakaretli videolara artık pek rastlanmıyor. Belli ki devlet gerekeni yapmış. Ama bu sanal düello süreci üzerine yapılan yorumlar kısa vadede biteceğe benzemiyor. Özellikle Berat Albayrak ile Sedat Peker arasındaki husumetin ne olabileceği üzerine kafa yoruluyor. Bazı yorumcular, Albayrak’ın enerji bakanı olduğu dönem ve öncesinde Irak ve Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’ye sürekli giriş yapan petrol tankerlerine dikkat çekiyor ve aynı dönemlerde Sedat Peker’in de Suriye’ye TIR konvoyları ile ‘insani yardım’ göndermekte olduğunu hatırlatıyorlar. Bu süreçte iki isim arasında bir borç-alacak hesabının doğmuş olması ve milyon dolarlarla ifade edilen bir meblağın o an Peker’in valizleri içinde bulunmasından dolayı uçağın Albayrak tarafından durdurulmaya çalışıldığı söyleniyor. Devlet kasasını elinde tutan biri için çerez parası, fakat unutmayalım işin içinde mafya raconu var.
Bu husumetin aslında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile damat bakan Albayrak arasında süregelen sürtüşmenin bir dışavurumu olduğu da ifade edilmekte. Rivayete göre Soylu, Ankara’ya hakim fakat İstanbul emniyeti Pelikancıların sıkı takibi altında ve Albayrak’a daha yakın. İşte Peker’in içinde bulunduğu uçağın son tahlilde şişkin valizleriyle birlikte havalanmış olması, bizzat İçişleri’nin talimatı ile gerçekleşiyor. Soylu’nun Ankara hakimiyeti öyle güçlü ki ‘Kara Cuma’ fiyaskosunun ardından 13 Nisan akşamı istifa edişi ve aynı akşam geri dönüşü sonrasında Erdoğan’ın bile son birkaç güne kadar devletin başını boş bırakmak pahasına Ankara’ya dönmekten çekindiği konuşuluyor. O esnada Çakıcı, Devlet Bahçeli’yi makamında ziyaret ederek tahliyesi için yapmış olduğu girişimlerden dolayı kendisine teşekkür eder. Aynı Bahçeli, Soylu’nun istifası sonrası da girişimde bulunmuş ve kararın değişmesini sağlamıştı…
‘Yeni normal’e dönüşle birlikte, belli ki ‘devlet’ mi ‘reis’ mi düellosunun başlama düdüğü de çalınmış bulunuyor. İşte o momentte kendini güçsüz hisseden taraf, klasik bir taktiğe başvuruyor: Meclis’te aniden mahkeme kararları okunuyor ve HDP’li milletvekilleri hapsediliyor. Reis kanadı, geçici olduğunu bilse de derin bir nefes alıyor. O esnada Karadağ’da da Çakıcı’nın sinirlerinin şimdilik de olsa yatıştığı ve hesaplaşmanın ertelendiği farz edilerek geçici bir rahatlama anı yaşanmakta. Ama bir yandan da namlular soğutuluyor, şarjörler yenileniyor; çünkü final kaçınılmaz…
Anlaşılan, şu ‘yeni normal’ dedikleri öyle bir durum ki mafya siyasileştikçe siyaset de regresyon yaşayarak mafyalaşıyor; kaba güç odakları arası itişmeye indirgeniyor.
(Can güvenliğiniz açısından maskelerinizi takmayı ve adı geçen şahıs ve çevrelerle aranıza sosyal mesafe koymayı sakın ihmal etmeyin.)