Azad Barış
Gılgamış’tan bu yana ölümsüzlük otunun peşinde koşanların anayurdu olduğu kadar Habil ile Kabil arasında yaşanan mitolojik kardeş ölümünün de ana vatanıdır; Irak, Kürdistan ve Mezopotamya. Bir tarafı cennetin asma bahçeleriyle süslüyken diğer tarafı Babil kulesinin devasa yıkıntılarıdır. Bu hakikat, ezelden beri hiç değişmeden devam etmektedir. Tarih boyunca birbirine rakip olanların dinmeyen çekişmelerinin mekânı olan bu lanetlenmiş coğrafya aynı zamanda yaratımın da çıkış noktasıdır. Saymakla bitmeyecek kadar çok medeniyet, kültür ve kavimlere ev sahipliği yapmış bu coğrafya, bugün üzerinde yaşayanları evsiz bırakacak kadar zalimleştirilmiştir.
Tam bu noktada Katolik dünyasının ruhani babası Papa Francis hiç beklenmedik bir anda “barış haccı” olarak tarihe not düştüğü Irak ve Kürdistan ziyaretini gerçekleştirdi. Pandeminin patlak vermesinden bu yana ilk yurtdışı seyahat özelliği taşıyan bu “barış gezisi” Hristiyan âleminin dikkatini savaş, acı ve terörle sarsılan bir ülkenin tarihine, cemaatlerine ve insanlarına çevirdi. Bu ziyaretle beraber Papa Hazretleri salt bir milyardan fazla Katolik Hristiyan’ın dikkatini çekmedi aynı zamanda tüm Hristiyan dünyasının gönlünde Ortaçağ’dan beri yıkılmış olan tahtı tekrardan kurdu.
Bilindiği üzere 1050 yılından itibaren Doğu’yla Batı kiliseleri birbirlerinden kesin olarak ayrıldı ve her iki kilise özerk yeni birer Hristiyanlık mezhebi olarak örgütlendi. Yine tarihin bize aktardığına göre, Katolik Kilisesi Batı Bizans coğrafyasına konsantre olurken, Ortadoks kilisesi ise Batı’da Tuna Nehri ile Balkanlar’a, Doğu’da ise Mezopotamya, Anadolu, Ermenistan ile bugünkü Irak ve Suriye’ye uzanmıştır. Dolayısıyla, Batı Akdeniz ve Batı Avrupa’nın bir kısmına kadar uzanan Doğu Hristiyanlığı (Bizans Ortodoks) Yahudilik kadar rakip muamelesi görmüştür.
Büyük siyasi değişimlerin yaşandığı, kaos, çatışma ve düşmanlığın egemen kılınmaya, tarihin kanlı kesitlerinin tekrar canlandırılmaya çalışıldığı böylesi bir dönemde Papa Francis’in Irak ve Kürdistan’a yaptığı “barış haccı”nı bin yıla yakındır devam eden bu iki kilisenin arasındaki yeni bir köprünün inşası olarak da okumak gerekir. Papa Hazretleri’nin 2014 ile 2017 yılları arasında selefist akımların katliam ve zulmüne uğrayan başta Hristiyanlar olmak üzere İslam dışı bütün inançlarla yeniden bir bağ kurması hem yakın tarihin gidişatı açısından hem de geçmişin hafızasının nasıl bir gelecek projeksiyonu ortaya çıkardığı anlamında oldukça önemlidir.
Bilindiği üzere İslam Devleti (IŞİD) olarak ortaya çıkan yakın tarihin en barbar örgütü Aleviler ve Şiiler dâhil olmak üzere İslam dışı bütün inançlara büyük zulümler etmiştir, nihai hedefleri ise arkaik dünyanın bilgi taşıyıcıları, doğa ile insanlık arasında mahzun bir inanç sistemine sahip, melek tapıcıları Êzidîler’in katliamı ve yok edilmesi olmuştur. Tüm bu zalimlikler, Papa Hazretleri’nin ziyaret ettiği Aşağı Mezopotamya ile Yukarı Mezopotamya coğrafyası arasında meydana gelmiştir. Hiç şüphesiz Papa Francis’in bu azizlik yolculuğu salt harabeye çevrilmiş şehirlerin yıkıntıları üzerinde dua etmek değildir, ruhları ve tinleri darp edilmiş halkları da kutsamaktır. Irak ve Kürdistan’a yapılan ziyaret, böyle tarihsel bir referans dışında aynı zamanda Biden sonrası ABD ile AB bağlamında ortaya çıkan yeni küresel siyasi aksın, istikameti ve mahiyeti açısından da önemli mesajlar içermektedir.
Bu sebeple, Papa Francis’in bu barış haccı yolculuğunu tarihle yüzleşme ve geleceği iyileştirme adımı olarak görmek gerekir.
Papa’nın bu yolculuğunu aynı zamanda Batı ile Doğu arasında değişik biçim ve formlarda kendisini ifade eden medeniyetler çatışması yerine medeniyetler uzlaşması, kültürler buluşması ve diller müzakeresi olarak anlamak mümkündür. Bunun en belirgin ifadesi ise ziyaret boyunca Irak ve Kürdistan’da yaşayan bütün inançların birer veya birden fazla temsilcisinin orada hazır bulunması olmuştur.
En önemli ve dikkat çekici buluşmalardan biri ise hiç şüphesiz Papa ile Sistani arasında gerçekleşen görüşmedir. Bu görüşmenin küresel ölçekte ne gibi bir denkleme tekabül ettiğini özellikle Biden ile birlikte ABD’nin değişen küreselci siyasi aksına bakarak daha iyi anlayabiliriz. Bu yüzden, Sistani görüşmesini sembolik olarak Batı’nın İran’la kuracağı ilişkinin bir işareti olarak okumak gerekir. Bu öngörüyü destekleyen ve hatta besleyen en önemli olgu ise Papa’nın semavi dinlerin peygamberi olarak kabul ettiği Hz. İbrahim’in doğduğu şehir olarak rivayet edilen Ur şehrinde barış ve kardeşlik çağrısı yapmasıdır. Dolayısıyla bu çağrıyı zaman ve mekânın düzlem bütünlüğü içinde ele almakta fayda vardır. Bunun yanı sıra Arap dünyasının İsrail ile kurduğu yapıcı ilişkinin bütününden yola çıkarak, barış ve uzlaşının mümkün olabileceğine işaret eden müsamaha kültürüne dönüş çağrısı olarak da nitelendirebiliriz.
Tarihin önemli arkaik referanslarının aktüelize haline tekabül eden bu girişimin, ileriki dönemlerde somut politik yansımaları olacaktır.
Bu bağlamda Papa ile Sistani arasındaki görüşmenin tarihi bir anlam ve yere sahip olduğunu bilerek okumak gerekir. Ayrıca bu görüşme Irak’ın çoğulcu kimliği açısından da önemli bir barış mesajı içermektedir. Bağdat’tan Necef’e, Musul’dan Karaçok’a, Ur’dan Hewlêr’e kadar genişleyen bir coğrafyanın ziyaret edilmesinin 2000 yıllık Hristiyan hafızasıyla ilişkili bir projeksiyon olduğu da muhakkaktır. Özellikle Musul’da verilen mesajda inanç ve etnisite bağlamında doku zenginliğinin korunması, atılan köprülerin inşa edilmesi ve birlikte yaşamanın gayreti içinde olmanın zaruretine vurgu yapılmıştır. Papa’nın Musul’daki Asuri Kilisesi’nin harabeleri üzerinde yaptığı birlikte yaşamın inşa çağrısı salt ilahi bir temenni değil, Katolik Kilisesi’nin hoşgörü kültürünü dikkate alma çağrısıydı, aynı zamanda. Çünkü bu temel izlek, aynı zamanda büyük altüst oluşlardan geçmiş Hristiyan mezheplerinin de kendi içindeki ortodoksisini restore edip çağa taşımıştır.
Bunun yanı sıra daha iki yıl öncesine kadar selefist fıtratın en kanlı yıkımlarına tanıklık eden Musul şehrinde bu mesajı vermesi bu anlayış etrafında kümelenmiş karanlık odaklara bir meydan okuma olarak da anlaşılabilir. Papa Hazretlerinin Musul şehrindeki meydan okumasının iyilerle kötülerin yüzleşmesi gibi bir özellik taşıdığını özellikle Hristiyanlık kozmogonisinde mistik bir hikâyesi olan Ur şehrinde yaptığı konuşmayla bütünlük kazanmıştır. Bütün bunların yanı sıra Papa’nın Mezopotamya’ya azizlik yolculuğunun esas sırrı Bağdat ve Karaçok’taki konuşmada saklıdır.
Coğrafyanın en kadim ve mazlum inançlarından biri olan Êzidî cemaatini anarak, sahiplenerek Sünni kimliğe ahlaki mesaj vermesi ve Asur halklarının kadim kasabası Karaçok’u ziyaret etmesi ve dünyanın en eski manastırlarından biri olan mabette dua etmesi ayrıca önemlidir. Karaçok kasabasıyla Hristiyanlık arasındaki tarihi bağın ne anlama geldiğini bugün hâlâ orada konuşulan Aramice dilinin etkisinde aramak gerekir. Bilindiği üzere Hazreti İsa Aramice konuşurdu ve 2000 yıl sonra Hz. İsa’nın konuştuğu dil bugün yalnız Karaçok ve Şam’a bağlı küçük bir kasaba olan Malula’da konuşulmaktadır. Dolayısıyla Papa Francis’in bu ziyaretini dinler ve halklar arasında bir diyalog girişimi olarak okumanın yanı sıra, Hristiyanlığın doğum yeri Ur kentinin kutsanmış olmasını bir sonraki yüzyılın büyük projesi olarak da okumak mümkün olabilir.