Covid-19 salgınıyla adeta bir ortak mutabakat derecesinde küresel çapta ortaya çıkan ortak değerlendirme; yeni bir döneme girildiğidir. Hemen hemen her kesim tarafından bu ifade ediliyor. Yine temel küresel soru ve merak, yeni dönemin nasıl olacağına yöneliktir.
Koronavirüs salgınıyla birlikte küresel kapitalist sistem en apolitik kitleler nazarında bile, “Aaa Kral çıplakmış” algısına yol açtı. Küresel kapitalist sistem bu açığı kolay kolay kapatamaz. Sistem karşıtı dinamikler tarafından alternatif politikalar geliştirildiğinde insanlık lehine, doğa lehine daha iyi bir dünyaya doğru yol alabiliriz. Koronavirüsün bıraktığı etkilerle küresel kapitalist sistem karşıtı güçler için mücadele zemini şimdi daha da güçlenmiştir.
Koronavirüs salgınının küresel çapta yol açtığı büyük kırılmanın Ortadoğu üzerindeki etkileri de değerlendirme ve tahminlere konu oluyor. Bu açıdan Ortadoğu’ya bir göz attığımızda görüyoruz ki; Ortadoğu genelinde başat iki temel sorun öne çıkıyor. Bunlardan bir tanesi; bölgedeki rejimlerin despotik faşizan uygulamalarla halklar üzerinde, kitleler üzerinde, bölge insanlığı üzerinde geliştirdikleri yıkım, kırım ve sömürü politikalarının yarattığı ağır bir tablonun yaşanmakta olduğu gerçeğidir.
Bölgenin diğer başat sorunu ise, bölge üzerinde süren savaş ve işgallerdir. Ortadoğu “Üçüncü Dünya Savaşı” olarak adlandırılan savaşın merkezi konumunda olan bir bölgedir. Bu yeni dönem bölgedeki savaşı nasıl etkileyecek? Savaş ve işgaller daha da mı derinleşecek yoksa akamete mi uğrayacak?
Rejimlerin konumu temelinde durumu ele aldığımızda, koronavirüsle birlikte yürüyen tartışmalarda ulus devletlerin yeni dönemde kendilerini daha çok kapatacakları yönündeki görüş öne çıkıyor. Bu görüş temelinde bölgeyi değerlendirmeye tabi tutuğumuzda bölge rejimleri evrensel insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, düşünceyi ifade etme ve örgütlenme özgürlüğüne, çoğulculuğa ve öteki olarak tanımladıkları kesimlere karşı zaten kendilerini hep kapattılar. Kapatmakla da kalmadılar; hep bir karşı saldırı içinde oldular. Tekçilik, otoriterlik temel yönetim tarzları oldu hep.
Bu rejimler kültürden doğaya, ekonomiden siyasete ve yaşamın her alanına yönelik kendilerini hep özel savaş rejimleri olarak konumlandırdılar; toplumsal talep ve ihtiyaçlar hiçbir dönem temel öncelikleri olmadı. Halkın talepleri karşısında bölge ulus devlet rejimleri hep bir olağanüstü hal, hep bir alarm hali içinde hareket eden rejimlerdir. Bölgedeki ulus devlet yapılanması ve iktidarlarının Kürt meselesine yaklaşımı ise OHAL ötesi, alarm ötesi sürekleştirilmiş bir savaş temel politikaları oldu hep. Küresel kapitalist güçler de buna hep uyum ve destek pozisyonunda oldular. Bazen kamuoyu karşısında vaziyeti kurtarmak için insan hakları ve demokrasi söylemlerini dillendirdilerse de, onu da daha fazla taviz koparmak için kullandılar.
Bölge rejimlerinin karakterleri gereği, koşullar elverdikçe daha yıkıcı olacaklarından kuşku duyulmaması gerekir. Ama çıkmaz içinde oldukları da bir gerçek. Hem bölge rejimlerinin politikaları hem de küresel güçlerin politikaları halkların direnişi sayesinde çıkmaza girmiştir, toplum nazarında güvenilirlikleri kalmamıştır.
Bölge halkları onurlu bir yaşam için, hak ve özgürlükler uğruna bu rejimlere ve küresel destekçilerine karşı mücadelede çok büyük bedel ödemek durumunda kalıyorlar. Kürdistan’da, İran’da, Türkiye’de, Irak’ ta, Lübnan’da, Suriye’de, Filistin’de mücadele sürüyor. Bu açıdan Ortadoğu bölgesi yeni dönemde halkların bu mücadelesiyle demokratik ve özgür bir gelecek oluşturmada en şanslı alanların başında gelen bir konumdadır denilebilir.
Bölgedeki savaş sorununa gelince: Küresel kapitalist güçlerle bölge rejimleri, ulus devletler çıkarları gereği bölgeyi hep savaş içinde tuttular. Gelinen aşamada savaş stratejilerinde giderek daha fazla yarılma ortaya çıkmakta; halkların direnişi, aralarındaki çelişkiler ve savaşın maliyeti giderek savaş politikalarının çıkmazını daha da derinleştirmektedir.
AKP iktidarı öncülüğündeki Türkiye bölgeye yönelik savaş ve işgal projelerinde en çok öne çıkan ülke konumuna geldi. Artık bir savaş ve işgal gücü olarak bölgenin her tarafını kanatıyor. Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Afrika’da bir işgal ve savaş furyasını estiriyor. Türkiye mevcut politikasıyla bölgeyi tahrip ve işgal etme endeksli bir politika yürütüyor. Türkiye’nin mevcut konumu, iktidarın mevcut pozisyonu sırf Türkiye için bir çözümsüzlük nedeni değil aynı zamanda bölgedeki çözümsüzlük tablosunun birincil düzeydeki sebebidir.
Türkiye merkezli olumlu anlamda gelişecek niteliksel bir değişim ve dönüşüm, demokratik bir ülke ve demokratik bir iktidara varan bir gelişme bölge genelinde olumlu gelişmeleri tetikleyecek; hem Türkiye halkları hem de bölge halkları açısından yeni bir sayfa açacaktır. Yine küresel kapitalist sisteme karşı mücadelede de tarihi bir katkı sunmuş olacaktır.