Her zaman olduğu gibi, adli yıl açılış konuşmasında ülkemizde bir türlü olmayan adaletin, hukukun üzerini örtmek için, süslü cümleler kurma yarışında olurlar siyasi ağabeyler. Mühim olan istenilen algıyı yerine oturtmak. Mesela Erdoğan konuşmasında şunu söylüyor; “Hukuk devleti hepimizin ortak hedefi ve kırmızı çizgisidir.” 2002’den beri bir türlü ulaşılamayan hedef ve paramparça edilmiş kırmızı çizgiler. İktidar kendi dönemlerinde önemli hukuk reformları gerçekleştirdiklerini belirtiyorlar. Gerçek öyle mi? Toplum gerçek adaleti yaşıyor mu? Eğitim alanında nitelikli eğitimciler ülkeden kaçma durumunda kaldıkları için aynı durum adalet dağıtanlar için de geçerli oldu maalesef. Şu an ülkede 24 bin hâkim ve savcı ve toplam 190 bin personel sayısı dile getiriliyor. Sayıların çokluğu kalitenin çokluğu anlamına gelir mi? Maalesef girdiğimiz davalarda hâkimlerin ve savcıların bir yerlerden emir alarak görev yaptıklarına şahit oluyoruz. Birebir yaşadığımız davalarda birçok hukuksuzluğa tanık olduk ve halen de ceza vermek için gereksiz nedenlerle peşimizi bırakmıyorlar. Zamanaşımı siyasi cinayetlerde olmaması gereken bir konu olmasına rağmen halen ısrar devam ediyor. Bu cinayetlerin işlendiği dönemde dünyada olmayan insanlar, bu konular hakkında karar veriyorlar. Turan Dursun, Mehmet Sincar, Musa Anter, Uğur Mumcu cinayetlerini çözmeden hukuk uygulanabilir mi?
Kamuoyunun bildiği gibi “Nujîn” belgeseli İstanbul ve başka illerde gösterildi. Batman dışındaki gösterimlerde herhangi bir sorun yaşanmadı. Belgesel Batman Belediyesi Yılmaz Güney Sineması’nda gösterildi ve sanki sinema benim şahsi sinemammış gibi kuruma değil bana dava açıldı. Bunun nedenini her Kürt vatandaşı çok iyi tahmin eder. Hakkımda yıllarca yurt dışına çıkma yasağı getirildi, nihayetinde 7000 TL ödeyerek cezam sonuçlandı. Seçimlerde adaylık için başvuru yaptığımda memnu haklarımın 3 seneye kadar iade edilemeyeceğini öğrendim. Yani seçilme hakkım elimden alındı. Bu ve bunun gibi birçok hukuksuz uygulamalar, uyumsuz kararlar, keyfi uygulamalar ve saraydan gelen emirlere uyma hukuku içinde bir ülkeyiz.
TBB ortak açıklamasında hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve mesleki sorunların çözülmesi için adımların atılmasını belirtmişler. Her sene bu beklentilerini de dile getiriyorlar ama uygulama olmadığı için her seferinde bu beklentileri tekrardan öteye gidemiyor. Bu sene de TBB Başkanı R. Erinç Sağkan’ın konuşmasına sansür getirildi. Cumhurbaşkanı “hukuk kırmızı çizgimizdir” diyor ama yaşananlar gri bir çizgi gibi duruyor. Sağkan konuşmasını basına servis etmeyen iletişim başkanlığına da sitem ederek, “Benim yaşadığım uygulama Türkiye’de hak ve özgürlüklerin garanti alacak bir anayasanın tartışma zemini dahi olamadığını gösteriyor” dedi. Bizler gerçek hukukun yaşandığı günlerden her geçen gün daha da uzaklaşıyoruz.
Hukuksuzluk yalnız bunlarla sınırlı kalmadı. Elbette sayamayacağımız kadar çok hukuksuzluklar yaşandı. Hasta tutuklular ölüm döşeklerinde ama serbest bırakılmaları için bir kanun tasarısı yok. Bu davranış Kürt insanına karşı olan nefretin, kinin dışa vurmuş halidir. Ayrıca 30 yıl cezaevinde kaldıktan sonra “keyfi bir uygulama” ile serbest bırakılmayan insanlar var. Cezaevlerinde yapılan uygulamalardan bahsetmiyorum bile. Haftalardır hatta senelerdir süren en büyük hukuksuzluğa karşı direnen Cumartesi Anneleri var…
Bu kadar hukuksuzluk içinde hala hukukun varlığından söz etmek ancak bu ülkenin çıkar peşinde koşan siyasilerine yakışır.