Açlık grevcilerinin “tecrit kalksın” talebiyle aylardır süren direnişi Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesi sonrası dün (26 mayıs) itibariyle sona erdi. Binlerce kişinin katıldığı bu direniş, demokratikleşme yolunda ciddi bir psikolojik iklim yaratabilir. Ancak Türkiye’deki politik süreçlerin çok daha karmaşık bir basamağa yükselme, yeni süreçlere gebe olduğu da açıktır. Politik durumun sıçradığı basamakta yürütülecek demokratik mücadelenin yeni bir evreye girmesiyle birlikte dikkatlerin daha da yoğunlaşması gerekliliği ortadadır. Bilindiği gibi açlık grevleri ve ölüm oruçları birden çok alana yayıldı ve binlerce kişinin katılımıyla sürdü. Daha önemlisi Kürt halkının özgürlük, eşitlik ve demokrasi isteminde “açlık grevleri” ve “ölüm oruçları” başlı başına bir demokratik mücadele yolu olmuştur ve bu mücadele yolunda sayısız tecrübeler kazanılmıştır. Bu demokratik mücadele karşısında rejim güçlerinin yapacakları manevralar da, devrimci güçlerin bu yolda kazandıkları yaratıcı taktikler de bilinmektedir.
Bu konuda kapsamlı ilk mücadele Diyarbakır cezaevinde 12 Eylül faşist rejimine karşı verildi ve dünyanın en çok işkencenin yapıldığı cezaevlerinden biri “ünvanını” taşıyan cezaevinde başarı kazandı. Lafı uzatmaya gerek yok. “Tecridin kalkması”, Türkiye’de ve Ortadoğu’da toplumsal bir uzlaşının sağlanması ve onurlu bir barışın yaşamla buluşması için büyük bir irade ve mücadele ortaya çıkmıştır. Kürt halkının kararlı (“yetkin”) konumu bir kez daha kanıtlanmıştır. Altının çizilmesi gereken birinci nokta, açlık grevi sürecinde görülen bu reel durum olmuştur. İkincisi; Kürt halkının yüz yılları aşan hak arama mücadelesinde Kürt analarının mücadeleci özelliği ve direnci bir kez daha görülmüştür. Dün 12 Eylül Diyarbakır zindanlarında işkenceye ve zulme karşı verilen mücadeleye Kürt analarının verdiği destek, “Cumartesi analarının direnişi” sonucunda kazanılan kararlılık ve tecrübeye bugün de Kürt analarının açlık grevindeki çocuklarına verdikleri mücadele ve dayanışma yol gösterici olmuş ve başarı kazanmalarına dayanak olmuştur. Kuşkusuz kazanılan başarının bununla sınırlı olduğunu düşünmek Kürt halkının politik mücadelesinin geldiği noktayı anlamamak olur.
Bu nedenle açlık grevleriyle başlayan ve bugün gelinen tarihi süreci kavramak gerekir. Bilindiği gibi açlık grevleri ve ölüm oruçları birden çok alana yayılmış ve binlerce kişinin katılımıyla yapılmıştır. Daha önemlisi “açlık grevleri” ve “ölüm oruçları” Kürt halkının demokrasi mücadelesinde başlı başına bir demokratik mücadele yolu olmuştur ve bu yolda sayısız tecrübeler kazanılmıştır. Bu yolda rejim güçlerinin yaptıkları manevralar görülüp, öğrenilmiş ve çevrilen entrikalara karşı yürütülmesi gereken devrimci taktiğin ne olacağı da yaratıcı bir şekilde uygulanmıştır. Öcalan’ın “otuz gün sonra tepkileri öğreniriz” düşüncesini bu anlamda da dikkatle okumak gerekir. Kuşkusuz kimse yeni bir “çözüm sürecine” girildiğini söylemiyor. Fakat gerek Türkiye’de ve gerekse Kuzey Suriye’de “demokratik siyasetin” yaşamla buluşması, sorunların barışçı yöntemlerle çözülmesi içini Kürt demokratik hareketine büyük ihtiyaç olduğu açıktır. Bu durum karşısında demokratik geçinen güçlerin ve tüm bölge devletlerinin söz konusu konuda açık tavır almaları bir zorunluluktur. Sorunların çözümü için Kürtlerin böylesi bir katkısına gerek var mıdır, yok mudur?
Kürt halkının katkısı olmadan, Kürtler demokratik haklarına kavuşabilir ve Ortadoğu demokratik bir ortama kavuşamaz mı? Konuşulması ve tartışılması gereken ana konu budur. Kuşkusuz büyük riskler göze alınarak ve kararlı bir mücadele sonucu elde edilen bu önemli kazanımı manüpile edenlerin olacağını tahmin etmemek saflık olur. Zaten açlık grevlerinin başladığı günlerin başında bu manüpilatif çevreler “bunlar sonuç alınması imkânsız eylemlere girerek insanın yaşam hakkını hiçe saymaktadırlar…” türünden zırvalarla bu direnişi küçümsediklerini en başta yazıp, çizdiler.
“Kürtler AKP iktidarı ile el altında anlaştılar…” diyenlerin sayısının da az olmadığı bilinmektedir. Ama durum ortada. Tarihin en kapsamlı ve demokratik açlık grevi mücadelesinden sonra yeni bir durum doğmuştur. Bu yeni durum kararlı, kapsamlı ve somut koşullara cevap verecek yeni demokratik görevleri de beraberinde getirmiştir. Rejimin Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin kararlı duruşu karşısında kaybettiği adımları yeni saldırı hamleleriyle geri almaya çalışacağı asla unutulmamalıdır. Şimdi halkın yeni demokratik çıkışlarına destek olmak başta gelen temel devrimci görevdir. “Zafer sarhoşluğu” demokratik kazanımları boğar.