Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, Türkiye’de korunan alan büyüklüğünün 2023 yılına kadar dünya ortalaması olan yüzde 17’lik orana (Türkiye için öngörülen 13 bin 400 hektar) çıkarılacağını duyurdu. Kurum, Afrika’da 305 bin 7754 kilometreden fazla arazinin doğal kaynakların aşırı kullanımı, erozyon, tuzlanma ve kirlilik nedeniyle bozulduğunu belirterek, “Türkiye, acil koruma altına alınması gereken sıcak noktada. Türkiye, dünyada Güney Afrika ve Çin ile birlikte üç sıcak nokta barındıran üç ülkeden birisidir. Ülkemizin yaklaşık yüzde 9’u korunan alan statüsündedir. Bakanlığımız her yıl korunan alanları yüzde 20 arttırarak 2023 yılı itibariyle korunan alanları ülke yüzölçümünün yüzde 17’sine ulaştırmayı hedeflemektedir” ifadelerini kullandı.
2017 yılında ve 2018 yılında yayımlanan Bakanlar Kurulu kararları ile toplam 6 milyon 855 bin hektar alanı kaplayan 243 adet “büyük ova” yani “tarımsal koruma alanı” ilan edilmişti. Buna göre geriye yüzde 10’luk yani 7 milyon 800 bin hektar koruma alanı kalıyor. Korunacağı öngürülen kalan ölçünün içine doğal sit alanları, milliparklar, ormanlar, sulak alanlar ve meralar sığdırılacak. Bakanın açıklamasında Türkiye yüzölçümünün yüzde 9’unun korunduğu belirtiliyor.
Buna göre korunan yüzde 9 ile ilan edilen 243 adet “büyük ova” yüzde 17’yi karşıladığı anlaşılıyor. Orman Genel Müdürlüğü’nün 2014 yılında yayınladığı ‘Türkiye Orman Varlığı Raporu’nda Türkiye’nin yüzde 27.6’sının orman, yüzde 18.6’sının mera, yüzde 1.4’ü sulak alan, yüzde 31.1’i ise tarım alanları olduğu belirtiliyor. Yani bu durum, 2017 yılında 23.4 milyon hektara gerilemiş olan tarım alanlarında ki koruma ölçüsü yüzde 7’ye çekilirken yüzde 16.4 milyon hektar alanın gözden çıkarılabileceğini gösteriyor. Temel gıda ihtiyaçları ve tarım ürünlerinin ithalata bağlanması tarımı gözden çıkardıklarının bir başka göstergesi.
Sadece 2012-2016 yılları arasında ormanlık alanlarda, madencilik için; 13 bin 674 adet ruhsatla 42 bin 706 hektar alan. Enerji için; 5.907 adet ruhsatla 63 bin 810 hektar alan. Diğer farklı sektörler ve imarla ilgili olarakta 10 bin 456 adet izinle 80 bin 829 hektar ormanlık alan yok edildi. Toplamda ise verilen izinlerle yok edilen orman varlığı; 30 bin 037 adet izinle, 189 bin 100 hektar. Son 3 yılda sermaye yağmasına verilen alanların ölçüsü ne olabilir? Sağlıklı her hangi bir veri yok. Ancak açıklanan verileri en az ikiyle çarpmak mümkün. Buna karşın Orman Genel Müdürlüğü her nasılsa orman varlığının aynı dönemde yüzde 27.6’dan yüzde 28.6’ya ulaştığını belirtebiliyor. Yayınladıkları veriler ya yalan ya da yanlış olmalı!
Şunu rahatlıkla söylemekte yarar var, yalan söylüyorlar! Nasıl mı? Örneğin, milyonlarca ağacın katledildiği İstanbul Kuzey Ormanları, Orman Genel Müdürlüğü’nde halen orman olarak görülüyor. Okluk koyunda saray inşası için katledilen ağaçlar da kayıtlara girmiyor. Yok edilen ormanlar kayıtlara geçmezken oraya buraya diktikleri fidanlar ise ormanlık alan olarak işleniyor. Şimdi bu işi yapanlar bizi mi kandırıyor? Bu ülkede bunlar yaşamıyor mu? Neden yalan söylerler?
Şöyle düşünebiliriz, bunlar uzaydan gelip dünyayı ve Türkiye’yi ele geçirmeye çalışan uzaylılar olabilirler mi? Şuna inanın bunlar uzaydan gelebilecek birilerinden çok daha fazla ormana, ağaca, kuşa, kurda, balığa, ayıya, suya, dağa, taşa, insana, hayvana, bitkiye yabancı. Çünkü yaşamsal tüm değerler onlar için bir meta yani bir mal. Çünkü bunlar yaşamın toplamından beslenen ve yaşama yabancı asalaklar. Gediz Havzası’nı yok edecek, milyonlarca ağacı katlecek, suları zehirleyecek olan altın madenine izin verebiliyorlar. 12 bin yıllık bir tarihi alanı yani Hasankeyfi korumayan ve baraj sularına gömen anlayış anladığımız anlamda insan olabilir mi?
Bunlar Kürdün, Lazın diline düşman, işçinin emeğine düşman, çocuklara düşman, kadına düşman, inanca düşman, havaya-suyagüneşe düşman yani bizim olan her şeye düşman. Onlar bir avuç bizlerse yaşamı var eden milyarlarca canlıyız. Ama en acıklısı ise o bir avuç asalağa esir olmuş durumdayız. Oysa bizim zincirlerimizden gayri kaybedecek bir şeyimiz yokken o zincirleri kıramamamız nedeniyle esaret altında, acılar çekerek ve boyun eğerek varlığımızı sürdürmeye çabalıyoruz. Neden?