Tüm Emeklilerin Sendikası eski Genel Sekreteri İshak Kocabıyık ile emeklilerin durumunu konuştuk: Ben, emeklilerin örgütlenmesini ‘toplumsal hareket’ sendikacılığı çerçevesinde görüyorum. Toplumun her noktasına nüfuz edebilecek bir örgütlenmedir bu. Klasik örgütlenme ile sorunu aşamayız. Yeni bir modeli tartışmalıyız
M. Ender Öndeş
‘Asgari ücret’ tartışmaları gündemdeki yerini korurken, Türkiye bir yandan da yaklaşık 16 milyon kişiyi ilgilendiren emekli maaşları konusunu tartışıyor. Neredeyse 9 milyon emeklinin artık açlık sınırının da ötesinde neredeyse ölüm ücreti haline gelen 7 bin 500 lira aylık aldığı koşullarda sorun gerçekten çok derin. Bir süre önce başladığımız ‘sokaktaki sendikalar’ dizimizde bu kez Tüm Emeklilerin Sendikası Eski Genel Sekreteri olan ve şimdi HDK Emekliler ve Yaşlılar Meclisi’nde çalışan İshak Kocabıyık ile konuştuk. Daha önce de Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası’nda (BTS) çalışan Kocabıyık, emekli örgütlenmesinin güçlükleri ve imkânları üzerine görüşlerini anlattı.
- İsterseniz BTS’den başlayalım. BTS’den emekli sendikacılığına geçişiniz var. Yani fiili çalışma bitmiş ama sendikacılık bitmemiş. Bir de Ankara katliamı var tabii, BTS çok ağır yara almıştı o gün…
Benim BTS tarihim aslında demiryollarında çalışma tarihimdir. İşe başladım, bir-iki ay sonra sendikal çalışma olduğunu öğrenince katıldım. O zamanlar kamu emekçileri için bir yasal düzenleme yoktu, biz uluslararası sözleşmelerde böyle bir hakkımızın olduğunu söyleyerek işe başladık. Önce İstanbul’da ve Ankara’da ayrı ayrı iki sendika kuruldu. Ben Ankara’dakinin genel başkanıydım. Ama bu tuhaf bir durumdu; çünkü Ankara ve İstanbul’dakiler yürütenler aslında çalışmaya beraber başlamışlardı ama daha sonra biraz da komik gerekçelerle iki ayrı sendika kurulmuş oldu. Bir buçuk yıl sonra aklımız başımıza geldi ve 1993 Şubatında da birleştirdik. Demiryol-Sen oldu. Daha sonra Tüm Hava-Sen ile birleşince 1994’te BTS oldu. O zaman 30 yaşımdaydım, sonraki 30 yılda her aşamada aktif görev alarak devam ettim.
Emekli olduğumda benim de her emekli gibi başka hayallerim vardı; deniz kenarında küçücük bir yer almak filan… Ama işte olmadı. Daha sonra Tüm Emekliler Sendikası’na devam ettim. Üyeydim zaten, 2019’da da yönetime seçildim.
Bu arada, evet, 10 Ekim Gar Katliamı, Türkiye’deki bütün toplumsal örgütler, partiler için bir kırılma noktasıydı. Toplumsal hayatımız 7 Haziran’dan sonraki bir yıllık süreçte çok büyük değişimler yaşadı. Biz de bundan BTS olarak nasibimizi aldık. O gün BTS kortejindeki 14 arkadaşımız hayatını kaybetti; genel başkanımız ve bütün yönetici arkadaşlarımız yaralandı. En hafif yaralılardan biri bendim. Çok zor bir süreçti, o sürecin altından bütün arkadaşlarımızın, toplumsal kesimlerin büyük dayanışmasıyla çıktık. O dayanışma ilişkisini gösteren herkese çok müteşekkirim; dayanışmanın önemini bir kez daha görmüş olduk. O dayanışma ruhunun bir tezahürü olarak da emekli örgütlenmesinde yer aldım. 16 milyon civarında emekli var Türkiye’de, çok büyük bir kitle sonuçta ve bunun 9 milyonu 7 bin 500 ya da daha azı aylık alıyor.
- Ben de onlardanım hocam. 7 bin 500 saçma yani…
Sadaka desen sadaka değil, iane desen iane değil, bir devlet, bir siyasi iktidar, kendi vatandaşını açlık da değil ölüm sınırına mahkûm ediyor. Emekliler bu felaket durumdayken, öte yanda bir avuç insan diğer tarafta muazzam bir servete sahipler ve muazzam bir israf ve şımarıklık içinde yaşıyorlar.
- Hep AKP diyoruz ama öncesi de var sanırım…
Emeklinin yük olarak görülmesi yeni değil elbette. 80’lerden itibaren neoliberalizm ve kapitalizmin yeni birikim modelinde emeklilere ayrılan kaynağın başka yerlere transfer edilmesi temel sorunlardan biriydi. Son derece aşağılayıcı bir şeydi bu tabii; yük olarak görme, ölmüyorlar ve devletin sırtından besleniyorlar gibi…
İki kritik nokta var. 90’lı yılların sonundan itibaren kademeli olarak emekli maaşı bağlama oranları düşürüldü. 1999’da Ecevit-MHP zamanları, Kemal dervişler zamanında başladı. Derviş yasalarıyla SSK’nin birikimlerinin heder edilmesinin önü açıldı. AKP bütün bunların üstüne kondu ve şahikasını yarattı.
- Okuyucu anlasın diye soruyorum hocam, “maaş bağlanma oranı” nedir?
Mesela siz çalışırken 10 bin lira alıyorsunuz. Emekli olunca diyelim 1990’da bunun yüzde 80’i size emekli maaşı olarak bağlanıyor. Diyelim ki 1999’da yüzde 60’a düşüyor; 2001’de diyelim 50 oldu. Şimdi, ezbere söylemeyeyim ama sanırım yüze 30’lar civarındadır. Şu anda asgari ücretten çalışan bir emekçi emekli olsa, bağlanacak aylık 4 bini geçmez.
- Üç şey yaptılar sanırım. Emekliliği geciktirme, maaşları düşürme ve hizmetleri kısıtlama…
Bir kere hizmete ulaşma konusunda en kötü durumda olan emekliler. Sağlık hizmetleri mesela. Hastanelerden randevu alamıyorsunuz. Diyelim aldın, yeni şehir hastaneleri şehrin dışında, ulaşımı güç. Zaten içeri girince de tetkikler için katkı payı ödemeye başlıyoruz, eczanede de aynı şekilde.
Şunu da görmek gerekir, emeklilik yaşının yükseltilmesi, fonların yağmalanması sadece Türkiye’ye özgü değil. Bütün dünyada böyle bir süreç var. Bir örnek vereyim. BM mesela yaş skalasını değiştirdi. Eskiden diyelim 60’tan sonrası ‘yaşlı’ görülürken şimdi yaşlı sınırını 70-75’e çıkarmışlar. Sevindirici bir durum gibi ama aslında tam da mezarda emekliliğin psikolojik zeminini hazırlıyorlar.
- Üretimde olana değer vermeyen sistem üretimde olmayana niye versin?
Ama bizden her ay emeklilik için, sağlık için prim kestiler. 30 sene, 40 sene devlet bize sormadan yaptı bunu. Bana dedi ki, benim bir kurumum var, orada ben bu parayı işleteceğim, sen emekli olduğunda da bundan yararlanacaksın. Hepsi yalan! Biz sağlık primi ödedik ama şimdi hastanede yeniden para ödüyoruz. Dolarla, altınla neyle ölçersen ölç, 7 bin 500 lira emekli maaşı ödediğimiz primlerin çok çok altında. Yine de siyasi iktidar, devlet emeklileri yük olarak göstermeye devam ediyor.
- Bir de 65 yaşa tanınan ücretsiz ulaşım krizi var. İktidarın topluma yaydığı çürümenin bir sonucu gibi. Aklı başında sandığımız insanlar bile ‘ya bunlar niye geziyor sokakta’ diyor.
İstatistikler sağlıklı olmadığı için en son çalışan emeklilere ikramiye verilmemesi kararı sürecinde öğrendik, 4.5 milyon emekli çalışıyor bugün ve bunlar kayıtlı olanlar. Kayıtsızlık çok yaygın. Temizlik şirketlerinde en çok; utanç verici. 70 yaşında insanlar çalışıyor. Büyük bölümü kayıt dışı. Neredeyse yol parasına, çorba parasına. Sonuçta toplam çalışan emekli sayısı 7-8 milyonu buluyor yani. Öte yandan bu iktidar, atmak istediği adımların psikolojik zeminini yaratmakta çok usta. 65 yaş ücretsiz ulaşım üzerinden denediler mesela. Son derece rencide edici. Otobüsten indiriyorlar. Ve en acısı otobüsteki yolculardan bir bölümü de indirilmesini destekliyor. Bu, toplumsal çürümenin en bariz noktası. Yani bu kadar acımasız bir noktaya nasıl gelindi, anlatmaya kelimeler yetmez. Sanırım herhangi bir ideolojiden ziyade, bir vicdana, ahlaka ihtiyacımız var artık.
- Bir de bu ‘seyyanen’ zam meselesi var. Daha doğrusu memur maaşlarından asgari ücrete kadar her alanda son kararı bahşiş gibi Erdoğan veriyor. Bu bir yönetim biçimi sanki.
Böylece bir beklenti yaratıyorlar. Şu 5 bin lira ikramiye olayında Erdoğan, “çalışan emeklilere ikramiye ödenmemesinin yarattığı mağduriyeti gidereceğiz” diyor. Sanki bu mağduriyeti başkası yaratmış gibi. Emekli maaşlarını iyileştireceğiz diyor. Çalışmalar devam ediyor, sayın cumhurbaşkanımız şunu yapın bunu yapın dedi filan. Aynı şey bayramda olmuştu. Seçim öncesiydi. Bin 100 liraydı, bin 500 yapıyorum dedi. Yapıyorum diyor. O yapıyor! Bu tercih ettikleri bir yöntem. Amaç kitleleri kendilerine mahkûm etmek. Seyyanen zam nedir ki? Kök maaşı iyileştir. Bütün emekli maaşları açlık sınırı üstünde olacak de mesela. Ama bu bir yöntem. Siyasi geleceklerini koruyorlar. Çünkü 16 milyon insan örgütsüz.
- Asgari ücrette de öyle hocam. Yani işçi sınıfı örgütlü olsa asgari ücret nedir, sendikasıyla alır hakkını…
Bu kadar örgütsüz olduğumuz için asgari ücret meselesinde de bizimle dalga geçiyorlar. 3 büyük konfederasyon var. Bir komisyon var. Bir yanda işveren örgütü, diğer yanda Türk-İş. Aslında çoğu şey önceden belirleniyor. Mikrofonu açık unutmuşlardı bir defa, Türk-İş başkanının neler söylediğini hatırlıyoruz. Aklımızla dalga geçme halleri bunlar.
Bir de asgari ücret meselesinin şöyle bir tehlikesi var. Yüksek ücretleri asgari ücret seviyesine çekiyorlar. Yani ücretleri eşitleyecekler ama asgari ücret düzeyinde. Okulda iktisat hocaları bize “tam istihdam sağlanan ülke var mı” diye sorarlardı. Varmış. Hitler Almanyası! Herkes zorla çalıştırıldığı için işsizlik yok!
Sonuçta emekçilerin, yoksulların bir örgütlenme biçimi yaratması gerekiyor. O örgütlenme de klasik biçimde olamaz artık. Bizim yaş kuşağımızın bildiği bir sendikal mücadele var. 1 Mayıs afişlerinde hani, pazıları güçlü erkek işçi, zinciri parçalar, balyozu indirir filan. Büyük fabrikalar dönemi. Bursa’da TOFAŞ’a girdiniz mi 10 bin kişiyi örgütlerdiniz. Çünkü hepsi tek kampüste ve tek patron var. Artık işler öyle değil. Çalışanların büyük bölümü dağınık güvencesizlerden oluşuyor. Taşeronda çalışanlar, mevsimlik işçiler, atölyeler, organize sanayi bölgeleri… Siz Organize Sanayi Bölgesini örgütlemelisiniz ki başarılı sendikal çalışma yaptım diyebilesiniz. Oralarda da üçer beşer işçi var, bildiğimiz sendikal örgütlenme mümkün değil. Ezberimiz bozulmalı biraz. Bence ancak bu sorunların yanıtını verebilirsek yürüyebiliriz. Emeklilerin örgütlenmesi de bunun bir parçası.
- Milyonlarca emekçi örgütlenemezken emekli nasıl örgütlenecek? Çalışanlar aynı mekânda en azından, emekliler ise bağımsız bireyler…
Çok zor. Zor kelimesi bile yetmiyor anlatmaya. Örneğin Genel-İş belediye olan her yerde örgütlenir, belediye yoksa bir yerde örgüt de yoktur. Emekliler öyle değil. Dağ başında bir mezra varsa orası da emeklilerin örgütlenme alanıdır. Bu kadar geniş bir alan. Ama bu demek değil ki, adımlar atılmasın.
- Çok fazla sendika yok mu bu alanda?
Evet, kendini sendika olarak tanımlayan bildiğim 7-8 örgüt var. Ama asıl tehlikeli olan, Memur-Sen, Kamu-Sen gibi devletin arka bahçesi olan sendikaların kurdukları emekli örgütlenmeleri. Şimdilik bir tabela olarak tutuluyorlar ama gizli bir el yol açınca öne çıkacaklardır. Öte yandan, ayrı örgütlenme kültürü sürüyor maalesef ve olumsuz tabii. Daha vahim olanı ise şu: Tüm bu örgütlenmelerin üye sayısı 50 bini ancak bulur. Bir işçi sendikası için 50 bir büyük bir rakam ama 16 milyon emekliyi düşününce çok çok zayıf bir durum.
Emeklilerin birleşik örgütlenmesi ve birleşik mücadelesi… Bunu sağlamak bugünün en önemli görevi. Bugünkü durum, ayrışma kültürüyle de ilintili. Yani 9 milyon insanın 7 bin 500 lira aldığı bir toplumda ne gibi bir ayrım noktamız olabilir ki? Anlamakta güçlük çekiyorum.
Sevindirici olan şu: Tabanda bir birleşme eğilimi var. Bu zorlamanın neticesinde benim sendikamın da içinde bulunduğu bazı sendikalar adımlar attılar, sürdüremedik. Umarım önümüzdeki dönemde bu eksikliği ya da attığımız yanlış adımları giderir, birleşik bir örgütlenmenin yolunu açabiliriz.
- En kritik soruya geldik. Emeklinin üretimden gelen bir gücü yok. İktidar neden bir baskı hissetsin? Bu, sendikanın cazibesini azaltmıyor mu?
Başka ve yeni yöntemler bulmalıyız. Klasik bir sendikal anlayış var. Sınıf ve kitle sendikacılığı. Bir tabu gibi. 80’li yıllarda da bir toplumsal hareket sendikacılığı kavramı var. Aslında sendika olup olmadığı tartışılan Topraksızlar Hareketi, öğrenci sendikaları gibi. Ben, emeklilerin örgütlenmesini bu ‘toplumsal hareket’ sendikacılığı çerçevesinde görüyorum. Hak alma mücadelesinin tek aracı grev değildir. Bunların ötesinde, toplumun her noktasına nüfuz edebilecek bir örgütlenmedir. Klasik örgütlenme ile bunu aşamayız. Emeklilerin nesnel ve öznel durumlarına uygun yeni bir modeli tartışmalıyız. Yani 16 milyon emekliye ulaşabilen bir örgütlenme bir grevle ölçülemez. Marks, yoksulluğun devrimci bir yan barındırdığını söyler, şu anda emekliler yoksulun da yoksulu. Pazar yerlerinde akşam vakti hayvanların burun kıvırdığı sebzeleri toplayan insanlar var bu ülkede. Bunların örgütlenmesini yaratmak gerek.
Senelerden beri demokrasi mücadelesi veriyoruz, insanca yaşam istiyoruz, savaş olmasın, kaynaklarımız içeride ve dışarıdaki savaşa gitmesin istiyoruz. Suriye’ye girmişiz, Irak’a ikide bir girip çıkıyoruz, bunlar hepsi geleceğimizi tehdit eden unsurlar. Bütün bunların emekçilerin ve emekliler gibi büyük kitlelerin örgütlenmesiyle engellenebileceğini düşünüyorum. Bu yüzden çabalıyoruz
Eskiden demokratik merkeziyetçilik vardı mesela. Bir dönemin örgütlenme mantığıydı ama şimdi artık onu daha demokratik, katılımcı, örgütleyici bir hale getirmeliyiz. Bütün bunları tartıştıracak bir zemine ihtiyacımız var. Bu zemini oluşturmak emeklilerin mücadelesine en büyük katkıdır. Bu söyleşi ile de bu zeminin yaratılmasına, bir nebze katkı yapabildiysek, ne mutlu. Ben Yeni Yaşam’ın bu çorbaya kattığı tuzu çok önemsiyorum. Umarım bu konuştuklarımızı yapabiliriz. El ele vererek demokrasiye, barışa, insanca yaşama yürüyebiliriz diyorum.