Geçenlerde Yeni Yaşam Gazetesi’nde çağımızın ünlü filozoflarından Slavoj Zizek’in “Sağcı popülizme solun yanıtı gerçekten ‘Me Too’ mu olmalı?” adlı bir makalesi yayınlandı (Slavoj Zizek, Yeni Yaşam, 16 Ağustos 2019). Aşağıda aldığım paragraf, bu makalenin bence en önemli paragrafıydı:
“Genellikle demokratik seçimler ancak ortak dini inançlar ve ulusal mitler gibi hâlihazırda ortak bağları olan topluluklarda işe yarar. Seçimler, temel meseleler üzerinde zaten hemfikir olan insanlar arasındaki anlaşmazlıkları gidermek için geçerli bir yöntemdir. Bu ‘temel meseleler üzerine hemfikir olma’ hâlinin eksik olduğu durumlardaysa elimizdeki tek prosedür (elbette düpedüz savaş dışında) müzakeredir. (Bu nedenle Ortadoğu’daki çatışmalar seçimlerle değil, yalnızca savaş veya müzakerelerle çözülebilir.) Tanımı gereği müzakere, düşmanlık güden ‘bize karşı onlar’ mantığının aşılması anlamına gelir”.
Doğrusu bu paragrafı önemli bulmamın nedeni, benim de bir zamandan beri başka yerlerde ve bu sütunlarda da ifade etmeye çalıştığım bir düşünceye destek veriyor olması. Çok kimlikli bir toplumda, bütün kimlikleri ortaklaştıran bir “öykü” yoksa, böyle bir toplumda 1) her bir kimliğin içinde bir “biz” duygusu, ve 2) kimlikler arasında bir “yabancılaşma” duygusu gelişir. Böyle bir toplumda ise “demokratik seçimler” çalışmaz ve toplum “çatışmacı” bir toplum haline gelir. Bu durumun ortaya çıkmasının nedeni ise, Zizek’in de yukarıdaki paragrafta söylediği gibi böyle bir toplumda “temel meseleler üzerine hemfikir olma hâlinin” gerçekleşemez olmasıdır. Olan şey, tıpkı bizde olduğu gibi, “onlar ve bizler” ya da Zizek’in dediği gibi “bize karşı onlar” şeklinde bir siyasi algı ortamıdır ki bu ortam esas olarak çatışmacıdır.
Türkiye zaten böyle potansiyel olarak çatışmacı bir ülke iken 18 yıldır iktidarda olan AKP de bu “temel meseleler üzerine hemfikir” olamama halini daha da pekiştirdi. Hatta giderek birbirlerini neredeyse “düşman” olarak gören insan toplulukları yarattı. AKP’nin “temel mesele” olarak gördüğü ve adına “dava” dediği mücadele çizgisi, aslında toplumun diğer yarısının karşı çıktığı Cumhuriyeti ve demokrasiyi paranteze alma amacından başka bir şey değildir. Bugünlerde, AKP Başkanı’nın “beka” sorunu olarak ifade ettiği ve bu çerçevede işaret ettiği Kürt sorunu ise Kürtlerin ve diğer farklı kimlikteki insanların “dava” ya karşı en büyük direnci gösteren ve en güçlü muhalefeti yapan bir kesim olmasından.
Bütün bu nedenlerle Türkiye’nin toplumsal varlığını sürdürebilmesi için bu kutuplaşmış çok kimlikli yapısının onarılması gerekir ki bunun için gereken “ortak öykü” bence “yeni bir demokrasi” öyküsü olmalıdır. Bir başka ifadeyle, bu toplumda yaşayan herkesin ve her kimliğin kendi değerleriyle korkmadan, çekinmeden ve özgürce yaşayabileceği yeni bir demokrasi, ihtiyacımız olan bu…
Bu çerçevede HDP’li olsun olmasın, herkesin elini vicdanına koyarak, bu partinin toplumun önüne koymuş olduğu çok kimlikli bu yeni demokrasi fikrini anlamaya çalışması gerek. Kendisine “tek Türkiyeli parti” demesinin nedeni de bu. Yani yalnız kendi neşet ettiği kimlikler arasında değil, bütün diğer kimlikler arasında da “temel meseleler üzerine hemfikir olma” halini gerçekleştirebilecek yeni bir demokrasi arayışını seslendiren bir parti olmasından. Böyle bir demokrasi ise her şeyden önce, yine Zizek’in söylediği gibi düşmanlık güden “bize karşı onlar” mantığının aşılmasını gerektirir ki bu da bir “müzakere” sürecinin inşası anlamına gelir. O nedenle de iktidarın bindiği dalı kesmekten vazgeçip bütün meselelerimizi konuşabileceğimiz bir müzakere sürecini, yeni bir anayasa çerçevesinde yeniden ele almamızın önünü açması gerek.
Akıl ve vicdan bunu söylüyor. Cüzdan ise ne söyler bilmem.