Cemal Karadeniz
ABD Başkanı Donald Trump, neredeyse tamamen bittiğini iddia ettiği IŞİD ile mücadele görevini Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a devretti ve ABD askerlerini Suriye’den çekme kararı aldı. AKP-MHP rejimi IŞİD ile mücadele eder mi? Kuruluşundan bugüne IŞİD’i ve Suriye’deki iç savaşın geldiği aşamayı, Ortadoğu’yu çok yakından tanıyan, deneyimli gazeteci Hazar Aksoy’a sorduk:
Irak-Şam İslam Devleti ne zaman kuruldu?
IŞİD, temelde iki İslamcı-Selefi örgütün bir araya gelmesiyle 2013’te ilan edilse de, kuruluşunu 2004 yılına kadar geri götürebiliriz.
Anlamadım, nasıl yani…
Örgüt aslında 2004 yılında “Tevhid ve Cihat” adıyla Ebu Musa Zerkavi tarafından Irak’ta kuruldu, denilebilir. Bu örgüt daha sonra Usame Bin Ladin liderliğindeki El Kaide’ye katıldığını açıkladı. Hatta adını “Mezopotamya’da El Kaide” olarak değiştirdi.
Ama Zerkavi, halen Irak’ta bulunan ABD güçlerince 7 Haziran 2006’da düzenlenen bir operasyonda öldürüldü.
Evet, bunun üzerine Zerkavi’nin yerine Ebu Hamza el Muhacir geçti. 2006 yılının sonlarında bu ekip, Ebu Ömer el Bağdadi liderliğinde “Irak İslam Devleti”ni kurduklarını ilan etti.
ABD ve Irak güçleri, Sisar bölgesinde Ebu Ömer el Bağdadi ve Ebu Hamza el Muhacir’in kaldıkları eve Nisan 2010’da ortak bir operasyon düzenledi. Operasyonda her ikisi de öldürüldü.
Doğru, bu operasyonun ardından Ebu Bekir El Bağdadi örgütün yeni lideri oldu.
Sahi bu arada, Suriye’de neler oluyor?
Oldukça laik ama haddinden fazla baskıcı Arap iktidarlarını ılımlı İslamcı iktidarlarla değiştirme operasyonu olan Arap Baharı’ndan esinlenen ilk gösteriler, Suriye’de 15 Mart 2011’de başladı.
Esad yönetiminin buna tepkisi nasıl oldu?
Gösteriler yayılmaya başlayınca, hükümet görevden alındı. Daha sert tedbirler alacak bir hükümet oluşturulurken; hükümet yanlısı mitingler de düzenlendi. Nisan 2011’den itibaren, barışçı gösteriler, ordu ile silahlandırılmış muhalifler arasında şiddetli çatışmalara dönüştü.
Böylece Suriye’de iç savaş başlamış oldu. Buna paralel olarak bu savaşa katılan IŞİD’in Nusra Cephesi ile ilişkisi var mı?
2011 sonlarında Muhammed Colani liderliğindeki Nusra Cephesi, El Kaide’nin Suriye kolu olarak kuruldu. 9 Nisan 2013’te Ebu Bekir Bağdadi’ye ait bir ses kaydında Nusra Cephesi’nin Irak İslam Devleti’nin müttefiki olduğu belirtildi. Aynı yıl, Bağdadi, Nusra Cephesi ile Irak İslam Devleti’nin “Irak-Şam İslam Devleti” adı altında bir araya geldiğini açıkladı.
Ama hemen IŞİD-Nusra ayrışması yaşandı. Neden?
Kısa bir süre sonra Ebu Muhammed Colani’ye ait bir ses kaydı yayınlandı. Ses kaydında Colani, Irak İslam Devleti ile yakın ilişki fikrine sıcak baktığını söyledi; ancak iki örgütü bir isim altında bir araya getirme fikrini reddetti. Colani ses kaydında El Kaide lideri Eymen Zevahiri’ye bağlılığını ilan etti.
IŞİD de El Kaide’nin bir kolu değil mi?
El Kaide, 2013 Şubat’ında, Suriye’deki IŞİD’i tanımadığını ilan etti ve örgütün Suriye’yi terk etmesini istedi ve Suriye’deki temsilcisinin Nusra Cephesi olduğunu açıkladı. Bunun üzerine, Nusra Cephesi ve IŞİD arasında birçok cephede çatışmalar yaşandı. Çatışmalar Nusra Cephesi’nin kontrolündeki Deyr ez Zor kentini IŞİD’in işgaliyle sona erdi.
Kurulan çok sayıdaki İslamcı örgütler, hem kendi aralarında, hem de Irak ve Suriye devlet güçleriyle savaşırken; IŞİD, Suriye ve Irak’ta nereleri kontrol ediyordu?
IŞİD, Suriye’de Mimbic, Rakka ve Irak sınırına yakın Deyr ez Zor kentlerini elinde tutuyordu. Irak’ta ise Anbar eyaletindeki Felluce ve Ramadi’de etkiliydi. Son olarak Musul kentini de ele geçirdi. Buraların neredeyse hepsi petrol zengini yerler.
Esad yönetimi, bir ara nüfusun yüzde 60’ını barındıran yüzde 40’lık toprak parçasına kadar geriledi. Yani neredeyse Suriye’nin kontrolü cihatçı çetelere geçiyordu.
Evet, 2013 yılındaki durumları çok kötüydü. Bu konudaki kötüye gidişi geriye çeviren husus, Hizbullah güçlerinin Lübnan’dan yardıma koşması oldu. İsrail’e karşı verilen savaşta ilk kez galip gelmenin moraline sahip Hizbullahçılar, şehir savaşında çok tecrübeliydiler. Kötü gidişatı geriye çevirdiler.
Hizbullah demek, biraz da İran demektir. Peki İran ne yaptı?
İran da önce danışman adıyla, ardından milisleriyle gelip Suriye’de savaşmaya başladı. Dahası ihtiyaç olan büyük paraları Suriye’ye aktardı. Savaş Esad yönetiminin lehine dönerken Rusya da gemileri ve uçaklarıyla sahaya geldi.
Sahi, Batı dediniz. Yani ABD öncülüğündeki Batı’nın durumu nedir?
IŞİD’i ‘kuran’, Suriye yönetimine karşı savaşan ‘cihatçı’ çeteleri…
Pardon, pardon… IŞİD’i Batı mı kurdu diyorsunuz?
Şöyle diyelim isterseniz: Nasıl FKÖ mücadelesini bölmek için HAMAS’ın kurulmasına göz yumulduysa, IŞİD’in kurulmasına da göz yumuldu.
IŞİD, bu sayede mi, kısa zamanda büyük başarı sağladı? Yani gerçekten ortalama bir devletin topraklarına ve gelirine bu yüzden mi sahip oldu?
Hayır. Tek sebep bu değil. Nitekim “Haydi bir örgüt kuralım da, Suriye devletini yıkalım,” diyemezsiniz. Öncelikle böylesi bir potansiyel gerekli. Daha önce Irak’taki devleti yönetmekte olan Sünniler, Saddam sonrası kurulan Şii ağırlıklı hükümetin icraatlarını içlerine sindiremediler. Korkunç intihar saldırılarına başladılar.
Bunun üzerine, IŞİD ortaya çıktı, diyorsunuz. Tamam da, çok kısa bir sürede Irak’ın Sünni kesimini ve ardından Suriye’nin en önemli yerlerini kontrolleri altına nasıl alabildiler?
IŞİD’in savaş gücü herkesi şaşırttı. Cihatçı ordunun başında, Irak işgal edilip, Saddam idam edilirken, ortadan kaybolan Cumhuriyet Muhafızlarının komutanları vardı çünkü. Dahası IŞİD, bir Moğol ordusu gibi, kontrolüne aldığı şehirlerde yaptıklarıyla, gideceğe yere varmadan, büyük korku salıyordu. Nitekim gittiği yerlerde de gerçekten tüyler ürpertici büyük katliamlar yaptı.
Moğol ordusu gibi nitelemesi çok ilginç. Ama yine de başka özellikleri de olmalı…
Evet, gerçekten de vardı. Özellikle kontrolün ele geçirdiği Güney şehirleri, zaten kendilerini bekliyordu. Musul’u neredeyse tek kurşun atmadan ele geçirdiler. Girdikleri her şehirde, nerede para var, nerede silah var, zaten biliyorlar ve el koyuyorlardı.
Sahi, Musul’da Türkiye Konsolosluğu’nu da ele geçirdiler. Tüm raporlara rağmen, Ankara, konsolosluğun boşaltılmasını istememişti.
Evet, IŞİD’liler nasılsa bizden korkar, diye bir böbürlenme yoksa, belki de Musul Konsolosluğu binasının onlara devri söz konusuydu.
Yani…
Yanisi şu: Musul, silah ve para için çok önemli bir ‘fetih’ti. Ancak Musul Konsolosluğu, adeta devletleşen örgütün kendi arasında ve dünya ile haberleşmesinde en önemli karargâh oldu.
Irak’ta Musul, Suriye’de Rakka IŞİD’in başkenti sayıldı. Hatta Musul çok daha önemliydi; çünkü Bağdadi, halifeliğini Musul’da ilan etti. Devletleşen IŞİD’e Batı’nın tavrı neden değişmeye başladı?
IŞİD’in İran’a yanaşabilecek olan Bağdat’ı rahatsız eden bir örgüt olması isteniyordu. Öyle kalması bekleniyordu. Oysa IŞİD, kontrolüne aldığı şehirlerde vergi topluyor. İşgali altındaki halka su, elektrik ve petrol satıyordu. Maaşlarını ödeyebildiği oldukça büyük bürokrasisi ve bir ordusu oluşmuştu.
Proje kontrolden çıktı, diyorsunuz yani. Özellikle kayıt dışı petrol satışına kızmışlardır, değil mi?
Evet, kapitalizmin en çok kızdığı şey, kayıt dışılıktır. Bir alış-verişten vergi alamamasıdır. Dünya çapındaki politikalar için silah olarak kullanılan petrol arzının bile etkilenmesinden korkmuşlardır belki de.
Tam da bu aşamada Kürtler fark ediliyor…
Doğru. Moğol ordusu misali Güney Irak’tan kuzeye doğru yola çıkan IŞİD’e ilk darbe, Maxmur Kampı önünde vuruluyor. Güney Kürdistan’ı işgal etmekten vazgeçiyorlar. Şengal üzerinden Suriye’ye yönelirken; Ortadoğu’nun en kadim halklarından Ezidileri soykırımdan yine PKK kurtarıyor. IŞİD’in yenilgisinin başlangıcı ise Kobani şehrinin IŞİD’den temizlenmesiyle başlıyor.
Burada akıl karıştıran bir durum yaşanmıştı. Şehri IŞİD’lilerin işgalinden kurtarmaya çalışırken; ‘Kobani düştü düşecek’ diyen Erdoğan, biraz da ABD’nin dayatmasıyla, KDP’lilerin Kobani geçmesine niçin izin verdi?
Tamam ABD, oradan başlayarak IŞİD’in yenilmesine-yok edilmesine karar vermişti. Nitekim havadan silah da attılar Kürtlere. Ama KDP’nin ağır silahlarla savaşa katılmasıyla Kobani’deki direnişin öncülüğünün KDP’ye geçebileceği umulmuştu. Ama olmadı. Kobani halkı, öncüsünün PYD olduğunda ısrar etti. KDP’yi evine geri gönderdi.
Kürtlerin askeri güçlerine Arap aşiretlerin de katılmasıyla kurduğu Demokratik Suriye Güçleri’ne ABD’nin silah yardımı neredeyse bugünlere kadar sürdü. Bunu Kürtleri sevdiği için mi yapıyor-yaptı?
ABD öncülüğündeki Batı, aşırı büyüyen ve kontrolden çıkan IŞİD’ten vazgeçti. IŞİD terörist örgüt ilan edildi ve IŞİD’ten kurtulmak için büyük bir koalisyon kuruldu. Hatta böylece ABD, Suriye’ye müdahil olmak için bir nevi meşruiyet kazandı.
İyi ama ABD, Suriye’deki iç savaş başladığından beri Suriye ile ilgiliydi. Örneğin birçok cihatçı örgüte silah gönderildiği biliniyor. Suriye’de ajanları kol geziyordu.
Evet ama o haliyle gayri meşruydu yaptıkları. Gizliydi. Esad’ı devirmek için organize edilen, eğitilen ve donatılan cihatçıların Suriye gönderilmesi işini gönüllü olarak üstlenen Ankara’ya yıkılmıştı bu işler. Nitekim AKP rejimi de bu işleri açıktan ve gurur duyarak yaptı. Konu uluslararası mahkemelere taşındığında ne olacak bilemiyoruz.
Neredeyse konunun en başına geri döneceğiz ama Türkiye’nin Suriye’deki rolü nasıl başladı?
Batı mahfillerinde, Arap Baharı’nın Suriye’ye kadar uzatılmasına karar verilince, bunu önlemenin tek yolu olarak gördüğünden olsa gerek, Erdoğan, ‘kankası’ Esad’tan iktidarının Müslüman Kardeşler ile paylaşmasını istedi. Esad’ın bu teklifi reddetmesi üzerine, Şam yönetimini devirme misyonunu Ankara, gönüllüce üstlendi.
Hani şu üç saatte Şam’a varıp, Emevi Camisi’nde namaz kılma lafları…
Evet ama bir neden bulmadan, öyle ordunu Suriye’ye sokup, Şam’a yürüyemezsin. Daha gösteriler başlatılmadan önce kurulan Mülteci Kampları’na Suriyeliler getirildiler. Böylece Suriye’deki insani krizin, çok büyük olduğuna dair BM kararı çıkartılmak istendi. Böylece BM Barış Gücü ordusunun başında Türkiye, Suriye’ye girebilirdi. Ancak Rusya ve Çin’in vetolarıyla BM ‘barış’ gücü harekâtı önlendi.
BM kararı yok, Suriye’yi işgal için büyük bir koalisyon kurulamıyor. Ne olacak?
Ancak Suriye’nin işgalinden vazgeçilmedi. Nitekim dünyanın dört bir yanından gelen-getirilen cihatçı çeteler organize edildi. Suudiler, Katarlılar ve Ankara’nın parasını ödediği silahlarla, yıllarca Suriye ordusu ile savaştırıldı. Kafa kesen, insanları diri diri yakan, talancı, ganimetçi çetelerin mensupları maaşa bağlandı. Yaralananların tedavileri Türkiye’de yapıldı ama Rusya’nın da yardımını alan Suriyelileri yenemediler.
Sonunda Batı, Esad’ı deviremeyeceğini anladı ve Esad’sız Suriye hedefinden vazgeçti ama bu yeni yaklaşımı Ankara bir türlü içine sindiremiyor galiba…
Evet. Batı’nın Esad yönetimini yıkmaktan vazgeçmesinde, devşirdikleri İslamcı çetelerin başarısız olması, IŞİD’nin aşırı büyümesinin ortaya çıkardığı zararlar kadar, Libya, Tunus, Mısır gibi ülkelerde laik iktidarlar yerine getirmek istedikleri ılımlı İslam modelinin de doğru bir seçim olmadığını anlamaları da yatıyor olmalı.
Geldiğimiz aşamada Suriye’de çözüme iyice yaklaştık mı?
Batı, Esadlı çözümü kabullenmiş bulunuyor. S. Arabistan, cihatçı çetelerden desteğini çekti. Kürtlerle birlikte topraklarını koruyan Doğu Suriye’deki Araplara yardım ediyor. 2011 yılında büyükelçilerini çeken Arap devletleri, büyükelçilerini Şam’a geri göndermeye başladı. Anayasa toplantıları başladı…
Sadece Ankara gelinen aşamadan memnun değil galiba.
AKP rejimi, kendisine verilen Esad yönetimini yıkma görevini yerine getiremedi. İdlip’den maaşlı cihatçılarını çekme yönünde Rusya’ya verdiği sözü tutamıyor. ÖSO adı altında organize ettiği bin bir çeşit İslamcı çetelere yönelik vaatler belirsiz.
Peki Suriye’deki Kürtlerden neden bu kadar nefret ediyorlar?
Valla Kürtler, Patagonya’da bile statü kazansalar, oraya bombalamanın yolunu arayacaklardır. Ancak buradaki aşırı nefretin başlangıcı, Suriye’deki Kürtlerin Ankara’nın yedeğinde Esad’a savaş açmak yerine, sadece kendi topraklarını kurtarmak şeklindeki üçüncü yolu benimsemeleri olmalı.
Esad’ı yıkmak üzere kurulan Batı ordusuna Kürtler katılsaydı, Esad yenilir miydi?
Belki de yenilirdi ama bağımsızlık referandumu yaptığı için Barzani yönetimine yaşattıklarını gördükten sonra, PYD’nin Erdoğan ile ortak iş yapmamış olmasının doğru bir tercih olduğu anlaşılıyor.