Karmaşa sersemletiyor, yalnızlık sıkıyor, kalabalık boğuyor ve durmadan yer değiştirmek mutsuz kılıyor. Aslında iyi olmak için eksik olan ne, bilinmiyor. Emin olunan tek şey, kaderini onun kaderine tercih edecek kimseyi göremeyecek kadar kötü olduğunu bilmek. Sanrılar, sancılar ve sarsıntılar içinde kurumuş düş gücünün ve sönmüş fikirlerin ruhunu ve kalbini artık hiçbir şekilde beslemediğini kavramak, tam bir kayıtsızlık içinde bunu kabul etmek. Bir dayanak olmadan yaşayamamak, kendi kendine yetememek, ama yaslanabileceği şeyi de, kendinden öteye sürükleyecek ışığı da şiddetle geri çevirmek. Belirsiz yönelimlerce karartılmış ve engellenmiş olan ruhun, ağırlığı öngörülmemiş yükler altında günden güne sünüp gittiğini izlemek, ama bunlardan kurtulmak için kıpırdayacak kuvveti de kendinde bulamamak.
İç karartıcı mutsuzluk, kudurtucu umutsuzluk başka bir yerde diye düşünülüyor, ama o yabancı kalınacak kadar yakın ve de tanındık. Korkunçlaşmadan vahim olanla göz göze gelinemeyeceğini, ölümcül kesilmeden kendi felaketiyle yüzleşemeyeceğini anlamış olanın geri çekilmede bulduğu esenlik. Bir düzen, işleyen bir çark, duygusuzluğa vardırılmış hislerle içi doldurulmuş bir çember, kelimeyi anlama bağlamayan ezgisiz bir cümle, yeniden başa saran bir biteviye döngü. “Gerçek dışı bir gerçeklik evreninde” her mutsuzluk bir yargılar bütünü, kökleri aslına inemeyen bir uçucu duygular yığını. Yine de bu kadar edilgen, öyle kendiliğinden değil hiçbir şey. Haksız ve saçma bir düzende, dışına çıkmayı göze alamadığı sürece en iyi yargılar bile kötü bir ilkeden doğar. Yol gösterenlerin kör isteklerine topluca teslim olmanın gevrek rehavetiyle uyumlu; yinelenen yıkımlarla, devreden mutsuzluklarla, benimsenmiş yoksunluklarla.
Kendisine eziyet etmeye kararlı bir yazgının düşmanlığına, başına gelen tüm kötülüklerde kaçınılmaz bir zorunluluğun darbelerinden başka bir şey görmeden yaşayıp gitmek. Acı ve umutsuzluk içinde, örselenmiş hazlar ve bir yakınlık içinde olunmayan beklentiler izleğinde. Felaketine sebep, kendisini değil de maskesiz düşmanları görmek. Önce kabullenmek, sonra da fesat bir ruhun kurabileceği en yaşam dışı düzene bağlılığını sonuna dek götürmek. Anlamak gerek; kurtulmak arzulamakla ilgili bir şey, bugün iyileştirici belirtileri görülmeyen her şeyle. Geriye bir tasavvur, kendini içinde hayal ettiği ve giderek içinde olduğuna inandığı bir ruh hali, her zaman dışında kalacağı bir gerçeküstü dünya.
Yoğunlaşmış bir çaresizlik, ama gerilimini dönüşüm heyecanına yontmak iyi eder. Eskimiş anlatı yerine, yeni bir anlatı. Esmer söylencelerin aktarıldığı yeni bir beyaz masal düzeyi. Bu ışıklı evrende herkese yer olmadığını geç anlamış olmanın, ya da sadece hissetmiş olmanın verdiği huzursuzluk. Yırtık urbalılar, pis kokulular, yalın ayaklılar, yani sömürgede en dipte olanlar, yani hissesi kapı eşiği olanlar. Yazgısının ayrıntılarını, ne yönünü, ne niyetini, ne de ahlaki nedenlerini kestiremeyeceği saf bir uğursuzluğun belgeleri olarak görmesi gerekenler. İnanmak, bu en kıymetli mülk onlara düşer; yitirmek, gölgede bir gölge olarak kalmak ve mümkünse hiç olmamak.
Sonuçta dinleyicinin dağılmış dikkatini toplamak, genel uyuşukluğa iyi gelir. Mutsuzlukta uyanık kalınan an, en kritik andır. İlkesi de “süreç” ile bağdaşma yükümlülüğü. Katlanmak gerekiyor; paçavralar içinde olan temiz giyimliye, koyu aksanlı bej telaffuzluya yol açmak zorunda. Yeni anlatı ve yeni temsile uygunluk bakımından. Bir kötülük yok bunda. Zaten kötülükte, etkiden çok niyete bakılmaz mı? Niyet, bir iç kurgu, şaşmaz bir gelecek öngörüsü. Öylesine düşüp baş yaran taş hedefini şaşırabilir, kötü niyet asla. Nihayetinde bir yanlışlık yok, mutsuzluğa sebep bir söylem kırıklığı da. Değişen anlatıdır ve huzursuzluğun kaynağı yalnızca dönüşen söylenceyle bir doku uyuşmazlığı. Umutsuzluğa sürükleyen buhran anla ilgili, yoksa gelecek muazzam. Gevşemeli öyleyse, iyiye gider her şey. Eylemin belirlediği şey, eylemi belirleyene dönüştüğünde hiçbir duygu ve oluş hiçbir şekilde başlangıçtaki saflıkla örtüşmese de.