Erdoğan, Salı günü yapılan kabine toplantısının ardından yaptığı açıklamada, yeni yasama döneminde yeni bir anayasa yapım sürecini gündeme getireceklerini, bu konuda gerekli talimatları AKP meclis grubuna ilettiğini duyurdu. Ardından da yeni anayasanın içeriğine ilişkin şunları söyledi: “Türkiye artık darbe anayasası ayıbından kurtulmalıdır. Benim milletim çağın şartlarına uygun, sivil, özgürlükçü, dili ve bütünlüğü ile milleti kucaklayan bir anayasa ile yönetilmeyi sonuna kadar hak ediyor. Zaman içerisinde yapılan müdahalelerle belli bir mesafe alınsa da mevcut anayasa Türkiye Yüzyılı’na yakışmayan bir yapıdadır. Hedefimiz tüm vatandaşlarımızın “benim anayasam” diyeceği bir anayasa ortaya koymaktır.”
AKP, yeni bir anayasayı ilk kez gündeme getirmiyor. İktidarda olduğu yıllar boyunca, 12 Eylül darbe rejimi ürünü olan anayasanın yerine yeni bir anayasa yapmayı gündeme getirerek demokratikleşme beklentisinde olanların bu beklentilerini oya dönüştürmeyi ama aynı zamanda da iktidarını sürekli kılacak rejim değişimini amaçladı. Ancak bugüne kadar, yeni bir anayasa için geniş toplum kesimleriyle gereken uzlaşıya ihtiyaç duymadan mevcut anayasa üzerinde yapılan değişikliklerle bu amacına ulaşmaya çalıştı.
2007, 2010 ve 2017’de yapılan referandumlarla yapılan anayasa değişiklikleriyle birlikte AKP, yargının ve yasamanın, “yürütmenin hakimiyeti” altına girdiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında otokratik bir rejim kurmayı başardı. Bu rejim içinde üniformalı/üniformasız tüm devlet bürokrasisini ve devletin tüm kurumlarını kendisine bağladı. Buradan elde ettiği gücü kullanarak, Mayıs 2023 seçimlerinde -yeni anayasa yapma erkine sahip olan- parlamentoda da sayısal olarak büyük bir üstünlük sağladı.
Bugün parlamentoda AKP ile benzer dünya görüşüne sahip -milliyetçi, muhafazakâr- vekil sayısı (Cumhur İttifakı 323; İYİP, DEVA, Gelecek Partisi, Saadet Partisi ve DP toplamı 82), yeni bir anayasayı referanduma götürmek için gereken 360 sayısına rahatça ulaşılabildiği gibi referanduma gitmeden TBMM’de yapılacak oylamayla yeni bir anayasa yapmak için gereken 400 vekil sayısını bile aşıyor.
Parlamento aritmetiği üzerinden yapılan hesaplar her zaman doğru sonuç vermeyebilir elbette. Hele ki Cumhur İttifakı dışındaki milliyetçi, muhafazakâr partilerin CHP ile Millet İttifakı çatısı altında toplanmalarındaki ana gerekçenin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne son vermek olduğu ve AKP’nin yeni anayasayı bu sistemi tamamen kalıcılaştırmak için getireceği göz önüne alınırsa… Ancak Erdoğan’ın Salı günü yaptığı açıklamanın ardından İYİP ve DEVA’nın AKP’nin yeni anayasa çalışmalarını şartlı olarak destekleyebilecekleri yönündeki çıkışları (şart olarak İYİP, milliyetçilik hassasiyetlerini -mevcut anayasanın ilk dört maddesi ve 66. maddenin değişmemesi- öne sürerken DEVA, anayasa yapım sürecinin katılımcı olması gerektiğine vurgu yapıyor) ile devletin tüm ideolojik ve baskı aygıtlarını elinde bulunduran AKP’nin milliyetçi, muhafazakar muhalefeti yanına çekmesinin “tamamen olasılık dışı” olduğu da söylenemez.
Öte yandan kendisini milliyetçi, muhafazakâr olarak tanımlamayan muhalefetin, Mayıs 2023 seçimlerinde uğradığı yenilginin ardından kendi iç meseleleriyle hemhal olmaktan halkın ve memleketin meseleleriyle ilgilenecek mecalinin kalmamış olması, iktidarın bu konuda elini daha da güçlendiriyor.
Mayıs 2023 seçiminin ardından muhalefetin aldığı yenilgiyle birlikte AKP/Saray otokrasisi gücünü büyük ölçüde ispatlamış oldu. Erdoğan, bu seçim zaferini iktidarını kalıcılaştırarak Cumhuriyetin ikinci yüzyılında -birinci yüzyılın izlerini silerek- yeni Türkiye’nin kurucu partisi olma arzusundadır. Yukarıda özetlemeye çalıştığım atmosfer, Erdoğan’ın arzularıyla birlikte, AKP ve onunla ittifak halinde olan (ulusal ve uluslararası sermaye, siyasal İslamcılar vb), onun iktidarından nemalanan kesimlere, Türkiye’nin müesses nizamını kendi çıkarları doğrultusunda kökten değiştirme olanağının koşullarını -bugüne dek olmadığı kadar- arttırmaktadır.
Bir anayasanın karakterini yapıldığı koşullar ve yapım süreci belirler. Egemen sınıf ve ulus adına hareket eden tek adamın tahakkümü altında oluşan otokratik bir düzende -Erdoğan’ın söylediği gibi- darbe anayasasının ayıbından kurtularak “sivil ve özgürlükçü” bir anayasa yapılamaz. Dolayısıyla böyle bir anayasadan -darbe anayasasında da olduğu gibi- toplumun bütününü kucaklaması, toplumsal barışı ve demokrasiyi tesis etmesi beklenemez.
Toplumsal barışın sağlanması ve demokratik bir düzenin oluşabilmesi için ezilen, sömürülen sınıfın, inkâr edilen, ötekileştirilen halkların “sözünü” söyleyebilmesi gerekir. Demokratik Halklar Partisi (DHP), HDP’nin bıraktığı yerden başlayıp ama onu aşarak, gerçekleştiremediklerini gerçekleştirerek, toplumun tüm demokratik kesimleriyle ittifak içinde Türkiye halklarının sesi olmak ve mücadele umudunu yeniden yeşertmek durumdadır!