İlham Bakır
Bir yazarın, sadece düşünceleri ve yazdıkları nedeniyle bunca saldırıya maruz kalması elbette kabul edilecek bir şey değildir. Yazdıkları ve düşünceleri eleştirilebilir, buna fikirsel düzeyde ciddi karşılıklar verilebilir ama bir yazarın susturulmasına dönük hiçbir eylem kabul edilemez.
Hint asıllı Britanyalı-Amerikalı yazar ve romancı Salman Rüşdi, New York’ta katıldığı bir etkinlikte bir kez boynundan olmak üzere 15 kez bıçaklandı. Saldırıyı gerçekleştiren 24 yaşında Müslüman bir Amerikalı genç. Salman Rüşdi’nin New York’taki bir etkinlik sırasında uğradığı bıçaklı saldırı, en çok İran basınında da geniş yer aldı. Doğrudan İran dini lideri tarafından genel yayın yönetmeninin atandığı Keyhan gazetesi saldırıyı, “New York’ta mürted ve şeytani yazar Salman Rüşti’ye saldıran kişiyi binlerce kez tebrik ediyoruz” manşetiyle verdi. Saldırıya ilişkin haberde, “Allah’ın düşmanının boynunu kıran adamın eli öpülmeli” ifadesi yer aldı. İran devlet televizyonu ise Salman Rüşti’ye yönelik bıçaklı saldırıyı “İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Humeyni’nin ölüm fetvası yerine getirildi” şeklinde duyurdu. Bütün dünyada tepki toplayan bu saldırıyla ilgili İran’dan gelen ilk resmi tepki ise, bu saldırının arkasında İsrail ve ABD’nin olabileceği yönünde. Özellikle bu saldırının olası bir nükleer anlaşmaya geri dönüş süreci yaşanırken gerçekleşmiş olmasına dikkat çekiyor İranlı yetkili.
Salman Rüşdi’ye yönelik bu saldırı, kuvvetle muhtemeldir ki Rüşdi hakkında verilen ölüm fetvası ve aleyhine yapılan “İslam Düşmanı” kampanyalarının yarattığı etki ile motive olmuş bir “islam savaşçısının” marifeti. Öldürülmesi gereken kişi tarafından gerekli iklim ve motivasyon yaratılmış, bir tetikçi de bunu gerçekleştirmiştir. Bütün benzer örneklerinde görüldüğü gibi süreç hep bu şekilde işliyor. Tıpkı Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi. Bazen İran örneğinde olduğu gibi öldürülmesi gereken aydın, yazar siyasetçi dini otorite ve tüm devlet teşkilatı ve basınıyla direkt ölüm fermanıyla hedef gösterilir bazen Türkiye örneğinde Tahir Elçi ve Hrant Dink’te olduğu gibi iktidar etrafında kümelenmiş tetikçi basın tarafından hedef gösterilir, gerek duyulan hınç, öfke, nefret dolu iklim yaratılarak birinin bu cinayeti gerçekletirmesi sağlanır. Elbette bu cinayetin ABD ve İsrail tarafında İran’ı, ihtiyaç duyulan herhangi bir konuda köşeye sıkıştırmak da ihtimal dışı değildir ve bunun sayısız örneği vardır.
Gelelim Salman Rüşdi’yi İran’ın ve Selefi İslam’ın hedefi haline getiren eylemine. Urduca ve İngilizce konuşan Müslüman bir ailenin oğlu olarak 1947’de Bombay’da doğan, 1961’de lise eğitimi için Birleşik Krallık’a gönderilen Rüşdi ve ailesi, 1964’te diğer Müslümanlarla birlikte zorunlu olarak Pakistan’a göç etti ve Karaçi’ye yerleşti. Cambridge’de tarih eğitimi gören Rüşdi, fantastik bir bilimkurgu denemesi olan ilk romanı Grimus ile eleştirmenlerin dikkatini çektikten sonra, Geceyarısı Çocukları romanıyla pek çok ödül aldı ve dünya çapında ün kazandı. Hindistan tarihi ve politikasına eleştirel yaklaşımı nedeniyle Hindistan hükümetinin hışmını üzerine çekti ve romanı Hindistan’da yasaklandı. Ardından yazdığı Utanç romanı da aynı akıbete uğrayarak bu kez Pakistan’ın hışmını üzerine çekti ve yasaklandı. 1988 yılında yazdığı The Satanic Verses (Şeytan Ayetleri) romanıysa en çok konuşulan, en çok tepki çeken ve hakkında ölüm fermanı çıkarılmasına neden olan roman oldu. Müslümanlığa hakaret ettiği, İslam peygamberine ithamda bulunduğu gerekçesiyle Pakistan, Suudi Arabistan, Mısır, Somali, Bangladeş, Sudan, Malezya, Endonezya ve Katar başta olmak üzere pek çok İslam ülkesinde kitabın yayımlanması yasaklandı. İran’nın dini lideri Ayetullah Humeyni Salman Rüşdi hakkında ölüm fermanı çıkardı ve İran devleti Salman Rüşdi’yi öldürecek olana üç milyon Amerikan doları ödül vadetti. Takip eden yıllarda da çeşitli ülkelerde kitabın çevirmen ve yayıncı kuruluşlarına yönelik saldırılar gerçekleşti. Türkçeye Aziz Nesin Tarafından çevrilen Şeytan Ayetleri kitabı, Aziz Nesin’i de hedef haline getirmiş ve Madımak Katliamına giden süreçte Aziz Nesin’in ve onunla beraber aynı etkinlik için Sivas’a gelen pek çok aydın ve sanatçının katledilmesine giden yolu açmıştı.
Bir yazarın, sadece düşünceleri ve yazdıkları nedeniyle bunca saldırıya maruz kalması elbette kabul edilecek bir şey değildir. Yazdıkları ve düşünceleri eleştirilebilir, buna fikirsel düzeyde ciddi karşılıklar verilebilir ama bir yazarın susturulmasına dönük hiçbir eylem kabul edilemez. Yazarlar, aydınlar, entelektüeller toplumu şok eden düşünceler ileri sürebilirler, hatta bu onları aydın yapan temel kıstaslardan biridir. Tabulara ve kutsallara dokunmanın, yerleşik olana karşı bir şey söylemenin bedelinin böylesine ağır ödetildiği bir durum karşısında yapılması gereken şey ikirciksiz bir tavır almak ve düşüncenin özgürce savunulmasının yanında yer almaktır. Bu Salman Rüşdi’ye ve onun düşüncelerine destek değil, düşüncenin özgürce savunulmasına verilecek bir destektir.