Bugün Türkiye’de kapitalist-faşist yönetimin yaşamı katletmeye devam ettiği Peri Vadisi’nde yaşanmaya devam eden bir olayı size aktararak ‘yenilenebilirlik’ gerçekliğine yenilenebilir olanın ne olduğunu birlikte düşünmeye devam etmek istedim.
Önce iki güncel etkinlik duyurusu ile yazıya başlamak istiyorum;
İlki, 3 Şubat 2019’da Çocuklar Zehirlenmesin İnisiyatifi’nin düzenlediği İstanbul Tabip Odası’nda saat 14.00’da yapılacak olan Dünyamız Zehirlenmesin paneli.
İkincisi halk sağlığı araştırmasının kanser riski sonuçlarını halklarla paylaştığı için, Gıda Zehirlenmeleri yazısı nedeniyle ağır cezada yargılanan Bülent Şık’ın Mutfaktaki Kimyacı kitabı.
Her iki araştırma aktarımında; sürdürülebilir kalkınmanın yaşam üzerindeki sonuçlarına, yaşamın sermayenin hızına nasıl yenik düştüğüne, devletin bu süreci faşizmin araçları ile nasıl yönettiğine bir kez daha tanık olacaksınız.
1992 yılında Rio de Janeiro’da BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nda, aynı yıl Dublin’de BM Su ve Çevre Konferansı ile alınan kararlarla; kalkınma sürdürülebilir kılınırken, suyun ticarileştirilmesinin, su havzalarının bütünleşik olarak sermaye alanına dönüştürülmesinin stratejileri oluşturuldu. Dünya su konseyinin, konferansa katılan ulusların temsilcilerinin, şirketlerin, sürecin destekleyicisi bilim insanlarının ve sürece katılımcılık gösteren STK’ların katkısıyla belirlenen bu stratejiler, 2000 yılında yapılan BM Lahey Su Forumu’nun sonuç bildirgesinde tüm detayları ile açıklandı.
Türkiye’de bu süreç 2008 krizi ve iktidarın faşizmi yapılandırma sürecinin etkisi ile hızlandı ve her alana yayıldı. Devlet; güvenlik güçleri ile savaşlarla sürecin uygulanmasında doğrudan etkin rol almayı sürdürdü.
2009 yılında uluslar arası 5. Dünya Su Forumu’nun Türkiye’de yapılmasından, 2003 yılında su kullanım anlaşmaları yönetmeliğinin DSİ tarafından oluşturulmasından sonra, yaşadığımız coğrafyada; suyun metalaştırılması, alınır satılır kılınması hızlandı ve şirketler su kullanım anlaşmaları ile en az 49 yıllığına suların kullanım hakkını alarak; BM tarafından yenilenebilir enerji üretimi kabul edilen HES’ler yapmak üzere, ya da yeraltı sularını paketleyerek satmak üzere suya sahip oldu. Dönemin Orman ve Çevre Bakanı, Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu olarak yaptığımız açıklamalara, mücadelelere; -yalan söylüyorlar, biz suyu satmıyoruz, enerjide dışa bağımlılığı ortadan kaldırmak için yenilenebilir enerji üretimine geçiyoruz- diye karşı açıklamalarda bulundu. İktidarın halklara söylediği yalanlara rağmen su ve su havzaları; suyun dolanımda olduğu/aktığı yer üstü ve yeraltı katmanlar, vadiler, ovalar, dağlar, akiferler, pınarlar, dereler, göller, lagünler sermaye birikimi alanı olmaya sistematik olarak sokuldu.
Bingöl’de Sülbüs dağında bir pınarın başına gelenlerden bir örnekle bugüne bakalım:
Hatırlayacaksınız 19 Temmuz 2015’de Cudi Dağı tanıkların askeri araçlardan atıldığını söyledikleri ateş nedeniyle yanmaya başlamıştı. Ertesi gün Yayladere Sülbüs Dağı etekleri de bilinmeyen bir yöntemle başlayan yangınlarının; 2015’in sonuna kadar, Lice, Kulp, Silvan, Peri Suyu Vadisi’ni içine alarak, yayılarak sürdüğüne, 6 bin 800 hektardan fazla orman ekosisteminin, bağların, bahçelerin, içlerindeki köylerin yanışına, yetkililerin müdahale etmeyişine tanıklık ettik.
Son 10 yıldır, Peri Suyu Vadisi’nde Danıştay’ın tüm iptal kararlarına, yöre halkının verdiği tüm mücadelelere rağmen iktidar; Peri Vadisi üzerinde Güvenlik Barajları, HES’ler ile termik santralı aynı anda destekleyerek, yenilenebilir olan/olmayan enerji yatırımlarını, suyun şirketler tarafından kullanımını, ekolojik ve kültürel soykırım uygulamalarını sürdürdü.
Tarih 16 Ocak 2019, Bingöl Valisi, “Yayladere Belediye Bşk’lığı tarafından sunulan Yayladere Su Dolum Tesisi Fizibilite Projesi onaylandığını” açıkladı. Fırat Kalkınma Ajansı’nın kararı Munzur suyu gibi “SÜLBÜS SUYU MARKA OLACAKTIR” ve bölgeye istihdam sağlanacaktır diye halklara duyuruldu.
Sözler, yalanlar, yenilenebilir olanlarolmayanlar, devlet, şirket, savaşlar…
Halklar sözünü söylemişti, bir kez daha hatırlatalım; Su hayattır, Satılamaz.