Ekonomik krizin geldiği noktada eşitsizlikteki derinleşme, yoksulluk ve açlık öyle bir hal aldı ki; iktidar ortağı partiler ve yandaş sözcüler de durumu seslendirmek zorunda hissediyorlar kendilerini.
Türkiye’de zengin giderek daha zenginleşirken, yoksul da giderek daha fakirleşmektedir. Bunu artık herkes biliyor. Ancak inanılması güç kimi gerçekleri bilemiyoruz bazen. Kimi rakamlar vardır insanı hayrete düşürür.
Geçenlerde basına da yansıyan bir rapor yayınlandı. Raporda, Türkiye’deki servetin dağılımına ilişkin de çarpıcı veriler bulunuyor. İsviçre merkezli banka Credit Suisse tarafından yayınlanan son rapora göre, Türkiye’de nüfusun en zengin yüzde 1’inin toplam servetten aldığı pay yüzde 39,5.
Nüfusun en zengin yüzde 5’lik kesimi toplam servetten yüzde 59,2 pay alırken, nüfusun yüzde 95’lik kesiminin aldığı pay sadece yüzde 40,8.
Nüfusun en zengin yüzde 10’luk kesimi ise toplam servetin yüzde 69,8’ine sahip.
Nüfusun en yoksul yüzde 30’luk kesiminin servetten aldığı pay ise ekside. Yani yetişkin nüfusun yüzde 30’unun servetini topladığınızda ortada servet değil yaklaşık 1 milyar dolarlık net borç oluyor. Nüfusun yüzde 80’inin servetten aldığı toplam pay da yüzde 18,7.
Rakamlara baktıkça vahşi sistemin açlık ve yoksulluğun çarpıcı bir düzeye tırmanan sebeplerini görüyoruz. Kalbi açların, karnı aç olanlardan haberi olmuyor.
Öte yandan açıklanan başka rakam, başka veriler: Birleşik Metal-İş Araştırma Merkezi (BİSAM), 2023 Temmuz ayına ilişkin açlık ve yoksulluk sınırı verilerini açıkladı: Buna göre, dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarını ifade eden açlık sınırı Temmuz’da 11 bin 525 TL’ye yükseldi.
Bir ailenin kira, fatura, ulaşım, eğitim, sağlık, giyim gibi aylık tüm harcamalarını kapsayan yoksulluk sınırı ise Temmuz’da 39 bin 886 TL’ye çıktı. Rakamlar durmadan değişiyor. Bütün bu gerçeklere rağmen yoksullardan hala sabır etmeleri isteniyor.
***
Memura emekliye, emekçiye yapılacak zamlar konuşuluyor. Sanki derde deva olacak, insanların alım gücü artacakmış gibi algı yaratılıyor. Oysa her gün her şeye zam üstüne zam geliyor. Emekçiler daha maaşını almadan yapılan zamlar sıfırlanıyor.
Hükümet ve kimi sendikalar toplu sözleşme adı altında aylardır danışıklı- dövüşlü bir oyun sergiliyor. Telaffuz edilen rakamlar emekçileri yine yoksulluk ve açlık sınırının altında tutuyor.
Anlaşma olmayınca, memur zammına Hakem Kurulu karar verecek. Burada ‘hakem’ kavramı havada kalıyor, çünkü Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun çoğunluğu hükümet tarafından belirlendiği için kamu emekçilerinden yana bir tavır alması da mümkün olmuyor. Çünkü 11 kişilik hakem kurulunun 6 üyesi hükümet, 5 üyesi ise sendikalar tarafından seçiliyor.
***
Ekonomi büyüyormuş, Türkiye büyüyor deniyor ama asıl adaletsizlik büyüyor durmadan. Sadece gelirde değil vergide de adalet yok. Yıllardır böyle, patronlarda vergi yükü azalıyorken emekçilerin vergi yükünde artış oluyor.
Çalışan emekçi, üreten emekçi ama geçinemeyen, pahalılık, zamlar, faturalar arasında nefes alamaz duruma getirilen de emekçi.
Yoksulluk, sadece sürdürülebilecek tarzda bir gelir düzeyine sahip olmamak, açlık ve yetersiz beslenmeyle karşı karşıya kalmak, temel hizmetlerden yararlanamamak anlamına gelmiyor. Bununla birlikte sosyal ayrımcılık, dışlanma gibi durumları da içermektedir. Bu durum hele de çocukları, kadınları, yaşlıları yani kırılgan incinebilir yapıları çok daha fazla etkiliyor.
Yazının son sözü Nobelli ekonomist Amartya Sen’den olsun: “Açlığın temel nedeni gıda ya da toprak eksikliği değil, demokrasi eşitlik ve adalet eksikliğidir.”