Yolda yürürken yolunuzu keserek sizi darp etseler ve üzerinizdeki paranızı zorla alsalar ne yaparsınız? Muhtemelen gaspa uğradım diyerek karakola başvurursunuz. Dünyanın her yerinde cebir uygulayarak mala el koyma eylemine gasp deniyor. Özel mülkiyetin kutsal olduğu varsayılan kapitalist sistemde özel mülkiyete karşı işlenen suçların cezası her zaman ağır olmuştur. Bir kişinin elinden zorla gözlüğünü alsanız CMK’ye göre yirmi yıl hapis istemiyle yargılanabilirsiniz. Gasp her ne kadar adli vakalar için kullanılan bir terim olsa da aslında en çok siyasal hayatta karşımıza çıkıyor. “Kıdem tazminatını gasp ettirmeyeceğiz – Hak gasplarına son” vb. gibi yüzlerce sloganı duyuyoruz günlük hayatımızda. Kazanılmış hakların gayrimeşru biçimde zorla alma eylemini en çok devlet gerçekleştiriyor. Devleti ele geçiren klik (AKP-MHP) kendi meşrebine uygun şekilde organize gasp çetesi gibi davranmakta beis görmüyor.
Bu satırları legal gasp çetesinin gadrine uğramış bir insan olarak yazıyorum. Başıma gelenleri anlattığımda bana bile anlattığım hikâye abartılı geliyor. “Bu kadar da olmaz” denilecek her şeyi yaşamış olan çok sayıda insanın varlığı, yalnızlık duygusundan kurtarıyor insanı. İşçi örgütlenmesi yaptığım için on sekiz yaşımda tutuklandım, aynı dava nedeniyle tutuklu bulunduğum Burdur Cezaevi’ne yapılan operasyon sonucunda koğuşun içinde buldozerle kolum koparıldı. Koparılan kolumun sokak köpeklerinin ağzında bulunduğunu gazeteden öğrendim. Kolum koparıldıktan sonra bir ay boyunca hastane hücresinde ayağımdan zincirlenerek tutuldum. 19 Aralık 2000 cezaevi katliamından hemen sonra tahliye edildim. Tutuklanmama sebep olan davanın sonucunda beraat ettim. Kolumun koparıldığı Burdur Cezaevi operasyonu nedeniyle isyan ettiğimiz ve devlet malına zarar verdiğimiz iddiasıyla dava açıldı. Cezaevinin dozerle yıkılan duvarının parasının bizden tazmin edilmesi kararı verildi. Kolumun koparılmasına ilişkin hükmedilen tazminat Danıştay kararı ile yok sayıldı. Danıştay, AİHM’in lehte kararını görmezden geldi. KPSS ile kazandığım memuriyet kadrosu, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında KHK ile elimden çalındı. İşten atılmaya itiraz ederek sokağa çıkmam sonucunda sokakta işkenceye maruz kalmamın yanı sıra onlarca dava açıldı ve binlerce liralık idari para cezaları kesildi. Kesilen para cezaları sonucunda önce arabama, sonra bankadaki parama haciz konuldu.
Yaşadığım şeyler elbette bana özel bir uygulama değil. Binlerce insan KHK’lerle “sosyal ölüler” haline getirildi, “ağaç kökü yesinler” denilerek vatandaşlık ve insan haklarından mahrum bırakıldı. Evladı öldürülmüş anaya kargoyla evladının kemiklerini yollayan, üstüne kargo parasını isteyen zalimlik egemenliğini sürdürmeye davam ediyor. AKP-MHP faşist diktası tarihteki Moğol İstilası’na benzer biçimde insanların hayatlarını istila ederken, “kayyum” adı verilen yeni tipte gasp yöntemiyle halkın iradesini ve kurumlarını talan ediyor. Sömürge valileri rolündeki kayyumlar, OHAL KHK’leri dayanak yapılarak yasallaştırılıyor. Devlet malını haraç-mezat satmak, kamu kurumlarını aile çiftliğine çevirmek, Can Dündar örneğinde olduğu gibi önce insanları kriminalize etmek ve sonrasında malına el koymak, geri adım atmayan insanları türlü komplolarla esir tutmak, gerektiğinde mafyayı devreye sokmak yeni dönem politikaların başat unsurlarını oluşturuyor.
Yine-yeniden reform tartışmalarına ihtiyaç duyuyor Saray Rejimi. Hiçbir şey değiştirmeden her şeyin değiştiğine inanmamızı istiyorlar. Ekonomik refahtan bahsederken emekçiye acı reçete yazıyorlar. Özgürlüklerden bahsederken HDP’ye siyasi kırım operasyonları çekmeye devam ediyorlar. Demokrasi derken KHK-kayyum düzenini yasallaştırma peşinde koşuyorlar. Vergi affından bahsederken haksız yere yazılmış cezaların faizinin silinmesi için açılan davalardan vazgeçme koşulu koyuyorlar. Siyasi esirlerin bir kısmının bırakılması karşılığında kaybettikleri meşruiyeti tekrar kazanmaya çalışıyor.
“Ya paranı, ya canını!” evresinden “hem canın, hem de paran” evresine geçmişlerdi çok zamandır. Birkaç dekor değişikliği yaparak, geçmişte aldıklarını geri vermeden “gelecek güzel günler” vadediyorlar. Gelecek güzel günlere kendi mücadelemiz sonucunda ulaşmak dışında bir seçeneğimiz yok. Faşizme karşı öfkemizi diri tutarak ama öfkemize yenilmeden siyasetin yeni dönemine hazırlanma vakti artık geldi. Spartaküs’ün dediği gibi: Şimdi onlara nefes alan her insanın eşit oluğunu gösterelim.