Burjuvazinin demokratı olur mu, demokrasi var mıdır, varsa bunun ne kadarına sahip çıkmalıyız vb… tartışmalar sol fikriyat için bitimsiz tartışmalardır. Öte yandan, şu son haftada iktidarın kopardığı gürültüye bakarak, dahası M. Gökçek gibi parselleyip, Suudi prensi kafasıyla kutsiyete bulayıp ranta açtıkları Yassıada demokrasinin yeni kıblesi midir? DP ve Menderes’in yaptıklarını hatırlayarak, bir insanın idam edilmiş olmasının, cuntanın zulmüne uğramış olmasının onu demokrat yapmaya, ona ilişkin hatıraların da demokrasinin kıblesini oluşturmaya yetip yetmeyeceğine bakalım.
Sol kamuoyu tarafından, Menderes’in Türkiye’nin sol muhalefetine 1950-60’lı yıllarda yapıp ettikleri bilinir. Sosyalistler, Kore’ye asker gönderilmesine, NATO’nun Türkiye’ye girişine, NATO’nun tavsiyesiyle Seferberlik Tetkik Kurulu (kontrgerilla) kurulmasına ve 6-7 Eylül talanını planlayıp yönetmesine, traktör ve basma fabrikalarının özelleştirilmesine, uçak fabrikasının kapatılmasına, yabancı firmalara Türkiye’de maden ve petrol aramaya ilişkin izinlerin verilmesine karşı yürüttükleri anti-emperyalist mücadele nedeniyle, Menderes döneminde gün yüzü görmemişler, işkenceden mahpusa, mahpustan sürgüne ömür törpülemişlerdir. Nazım Hikmet, Menderes istibdadından canını kurtarmak için, memleketi terk etmek zorunda kalırken, Musa Anter ve Şark Postası, Menderes “demokrasisinden” payına düşeni alanlar arasındadır. Defalarca tutuklanan M. Anter’in “qimil” (Kımıl) şiirinin Menderes’i çileden çıkardığı söylenir. Anter, 1959 senesinde Menderes’in ileri gelen Kürtleri 50’şer kişilik bölükler halinde idam etme projesi kapsamında tutuklanır, dönemin karışıklığından bu proje askıya alınır ve M. Anter, Cunta döneminde yeniden tutuklanmak üzere serbest kalacaktır…
Menderes ve DP, yalnızca sosyalistlere, Kürtlere değil, toplumun her kesiminden, kendisine biat etmeyenlere düşmandı. Liberal A. Emin Yalman, şeriatçı Said-i Nursi, CHP lideri İ. İnönü, popülist lider Osman Bölükbaşı, Menderes’in baskısına maruz kaldılar. Hatta 1954 seçimlerinde, Menderes’e yeterli destek vermeyen Malatya ikiye bölünmüş, Adıyaman ilçesi il yapılmıştı. O. Bölükbaşı’nı sürekli Meclis’e gönderen Kırşehir de ilçe yapılırken, o zaman henüz ilçe olan Nevşehir il yapılmıştı. Bu günde AKP’nin seçim bölgeleri ve sistemiyle sürekli oynaması “armut dibine düşer” sözünü doğruluyor.
Menderes, mütemadiyen örtülü ödeneği zimmetine geçirmiş, artanı Necip Fazıl gibi “muhafazakâr kumarbaz” takımının önüne atarak, bugün AKP’nin kullana kullana bitiremediği, yeni Osmanlılık, milliyetçi muhafazakârlık gibi ne kadar faşizan mühimmat varsa imal ettirmekle kalmamış, gene AKP’nin en kullanışlı aparatlarından trollük müessesinin de temellerini atmıştır. 1959’da bütün demokrasi teamüllerini, hukukun en temel prensiplerini bile ayaklar altına alan Menderes, iktidarını sağlama alabilmek, muhalefeti toptan ezebilmek için, Tahkikat Komisyonları (Dokunulmazlıkların kaldırılması ve kayyım zorbalığının atası) kurmaya karar vermiştir. Buna göre, DP içerisinden Menderes’in seçeceği milletvekilleri ve yöneticiler, istedikleri kişilere soruşturma açacaklar, yargılayacaklar ve ceza vereceklerdir. Bu kararın Meclis’ten geçmesinin ardından, 27-28 Nisan 1960’da halk sokağa inecek ve İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz polis tarafından öldürülecek ve pek çok gösterici de yaralanacaktır…
Menderes’i demokrasi şehidi ve Türk sağcılığının evliyası haline getiren idam olayına gelirsek; Menderes, idama karşı değildi. Kendi döneminde 43 kişinin idamına imza atmıştı. Bunların kırk ikisi adli, birisi de Sovyet ajanı olmaktan hükümlü Hayati Karaşahin’di ve Ankara Samanpazarı’nda halka açık olarak idam edildi.
Sonuç olarak, Menderes ne demokrattı, ne de halk adamıydı. “Küçük Amerika” rüyası gören sermaye dostu, din tüccarı, demokratik beklentileri sömüren bir otokrattı. Nazım Hikmet’in deyişiyle “Yüz Türkiye olsa, yüzünü de zincire vurup satardı” ama iç dengeler onu idam sehpasına taşıdı. 27 Mayıs darbe bildirisini NATO/CENTO’ya sadakat yemini ederek okuyan A. Türkeş’in MHP’si ve AKP, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbelerine sırtlarını yaslayıp Yassıada’da bütün darbeleri lanetlediklerini ilan etmeleri, ekonomik ve siyasal çöküntü içerisindeki zorba koalisyonlarının üzerinde dolaşan kara bulutların dağılması için okuyup-üflemekten başka bir anlam taşımıyor.
Darbeyle asla ilişkisi olmamış olan Deniz-Yusuf-Hüseyin’i “üç bizden, üç sizden” diyerek idam edenler, bugün Menderes’in mirasçısı olarak ekonomide neo-liberalizmin, siyasette faşizmin feriştahını uyguluyorlar. Sosyalistlerin, Kürtlerin, Alevilerin “sözde vatandaş” statüsüne “mezarsızlık” ekleniyor. Tıraşlanmış Yassıada, tıraşlanmış demokrasi, bol hamaset, bol yalan ve bizim payımıza düşen mücadelenin tozlu yolları. Dün olduğu gibi, bugün de, demokrasinin kımıl zararlılarına karşı yılmak yok, teslim olmak asla.