‘Yüreğimin bir köşesinde yas varsa, bir tarafında da direniş var’ diyen Güler Tunç, Botanlı kadınların feodal, ataerkil sisteme karşı verdiği kavganın özeti oluyor
Gabar ve Cudi arasında kurulu Botan’ın Cizre ilçesi, kötülüğün, ikiyüzlülüğün, fitne ve işbirliğin Beko, doğruluğun, iyiliğin, suçsuzluğun, mücadelenin Mem ve Zîn şahsında vücut bulduğu, efsane ve gerçek arasında kendini yeniden bulma arayışında. Kaderciliğe, feodal ilişkilere, baskıya, zora, adaletsiz düzene karşı sevdayla verilen mücadelenin 500 yılın ardından tekerrür ettiği bu topraklarda, Zîn’in yasını da ataerkil sisteme karşı koyuşunu da miras alan her Botanlı kadının ayrı bir hikâyesi var. Bunlardan biri de gencecik ömrüne dünyaları sığdıran Güler Tunç. Cizre’de 14 Aralık 2015 tarihinde ilan edilen ve 2 Mart 2016’da kaldırılan 79 günlük sokağa çıkma yasakları sırasında bodrum katında günlerce kurtarılmayı bekleyen Orhan Tunç’un yolunu gözleyen Tunç, Zîn’in küllerinden yeni bir doğuşun adı oldu. Herkesin yasaklar sırasında dünyaya getirdiği “Bêkes’in annesi” olarak tanıdığı Tunç’u ayakta tutan ise geleceğe dair taşıdığı umut.
İlk karşı koyuş
Henüz 16 yaşındayken ilk olarak feodal aile ilişkilerine karşı gösterdiği itiraz, onu yıllar içerisinde bambaşka bir mecraya taşıdı. Aslen Silopili olan Tunç, ailesinin ilk başlarda karşı çıkmasına rağmen Orhan Tunç ile evlenerek Cizre’ye yerleşti. Ancak çok sevdiği Orhan ile birlikte 6 ay kalabildi. Yasak ilan edildikten sonra Silopi’ye ailesinin yanına giden Tunç, eşi Orhan’ın bodrumda mahsur kaldığını öğrenince yoğun bombardıman altındaki Cizre’ye ambulansla döndü. Yaşadığı travmadan dolayı erken doğum yaptığı sırada, eşi mahsur kaldığı binada yaşamını yitirdi. Telefonla son kez konuştuğu Orhan’ın sözleri ise şunlar oldu: “Biz burada mahsur kaldık, kimsesiz kaldık. Doğacak çocuğumuzun adını Bêkes koy.” Ancak Tunç, Orhan’ın verdiği mücadelenin hep hatırlanması için Bêkes’e “Berxwedan Orhan” diye sesleniyor. Yaşadığı coğrafyanın gerçekliğini bilen Tunç, toplumun mahkûm edeceği geleneklere karşı kendi yolunu belirleyerek yasını mücadeleye dönüştürdü. Şimdi 20’li yaşlarda olan Tunç, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önce ilçe yönetiminde yer aldı, daha sonra HDP Cizre Eşbaşkanlığı’na seçildi. Oğlunu her gün evde bırakarak geldiği partide, kadınların kendi hayatlarına dair söz sahibi olmaları için mücadele eden Tunç, gerçekleştirilen siyasi soykırım operasyonları kapsamında sayısız kez evi basılarak gözaltına alındı, hakkında onlarca soruşturma açıldı.
Savaş denemesi
Orhan ile Nisan 2015 tarihinde evlendiklerini belirten Tunç, “Evlenmeden bir hafta önce Orhan’ın ağabeyi Mehmet Tunç cezaevinden tahliye oldu. Mehmet Tunç’un cezaevinden çıkma kutlaması ve düğünü bir arada yaptık” dedi. Düğünden birkaç ay sonra Eylül 2015’te de ilk yasağın ilan edildiğini kaydeden Tunç, “9 gün süren bu yasak sanki Cizre’de yaşanılacak bir büyük bir savaşın başlangıç denemesiydi” diye belirtti.
7 saat aynı odada
Doğum yaptıktan sonra resmi evrakları yanında olmadığı için bebeğinin kendisine verilmediğini ve götürüldüğü bir odada keskin nişancılar tarafından öldürülen birinin cenazesiyle 7 saat boyunca tutulduğunu söyleyen Tunç, şöyle dedi: “9 Şubat’ta beni telefonla aradı. Aradığı zaman 3. bodrumdaydı. O bodrumda 40 kişinin olduğunu ve aralarında yaralıların da olduğunu söyledi. ‘Buradan çıkacağımıza inanmıyorum’ dedi. Durumumu sordu, ben de hastanede olduğumu ve doğum yapacağımı söyledim. Dediği son şey şu oldu: ‘3 aydır buradayız direniyoruz, aç ve susuz. 3 aydır halkın yardımımıza gelmesini bekliyoruz ama kimse gelmedi. Vasiyetim bebeğimizin adının Bêkes olmasıdır.’ Ardından telefon kesildi ve bir daha Orhan’a ulaşamadım. Sonra doğum yaptım, resmi evraklarım yanımda olmadığı için bebeği önce bana vermediler. Beni bir odaya götürdüler ve tam 7 saat boyunca 70 yaşlarında keskin nişancılar tarafından namaz kılarken öldürülen bir adamın cenazesi ile aynı odada kaldım. Orhan da doğumumdan bir gün sonra katledildi. 3. bodrumda kimse yakılmamıştı, hepsini silahlarla infaz etmişlerdi. İşkenceyle hepsi öldürülmüştü, Orhan’ın cenazesinin üzerine ise naylon eritmişlerdi.”
Bir taraf yas bir taraf direniş
Orhan’dan sonra evde oturup kara yasa bürünmediğini kaydeden Tunç, “Çocuğumuz 5 yaşına giriyor ve bazen babasını soruyor ama bu soruya ne cevap verebilirim ki? Elbette büyüdüğünde, babasının katledildiğini öğrenecek. Yaşımdan büyük acılar gördüm. Yüreğimde, bedenimin taşıyamayacağı yaralar açtılar. Ama yaşatılanlara rağmen bir gün olsun umudumu kaybetmedim. Evde oturup boyun eğmedim. Yüreğimin bir köşesinde yas varsa, bir tarafında da berxwedan (direniş) var. Bunca yaşanan acıdan sonra evde oturmak gidenlerin anılarına saygısızlık ve haksızlık olurdu. Ben de HDP’de yer aldım. Orhan’ın kanlı gömleğini ben alıp giydim. Mücadele içinde yer almak beni bir doktorun tedavisinden çok daha çabuk iyileştirdi. Yaşadıklarımızın üzerinden 5 yıl geçti. Aslında yıllar geçtikçe devlet bu halkın yarasını daha da derinleştirdi” diye belirtti.
Faşizmin kirli yüzü Botan halkının ilk kez bu zulme tanıklık etmediğini söyleyen Tunç, “Bizler bu yaşatılanların yabancısı değildik. Bu halk 90’larda köyler boşaltılırken de bu acıları yaşadı. Ama 2015-2016 yıllarında görülen vahşet, 90’ların da iki kattıydı. Cizre faşizmin kirli bir yüzünü gördü ama mücadelesinden de hiç vazgeçmedi. Baş eğmedi, evini ve toprağını bırakmadı. Bugünden sonra da bırakmayacaktır. Bu vahşeti de hiçbir zaman unutmayacağız” dedi.
Bir anne ve iki oğlu
Botanlı her kadının ayrı bir hikâyesi var dedik ya bunlardan biri de yasaklar esnasında oğulları Mehmet ve Orhan Tunç’u kaybeden Esmer Tunç. Şırnak Valiliği tarafından 14 Aralık 2015’te ilan edilen ve 2 Mart 2016’da kısmi olarak sona eren 79 günlük yasakta, kamuoyu tarafından “vahşet bodrumları” olarak bilinen binalarda 177 olmak üzere kent genelinde 288 kişi yaşamını yitirdi. Aralarında Cizre Halk Meclisi Eşbaşkanı Mehmet Tunç ile kardeşi Orhan Tunç’un da bulunduğu 177 kişinin önce ateşli silahlarla öldürüldüğü ardından da yakıldığı insan hakları örgütlerinin raporlarında yer aldı. Anne Tunç, ömrünün sonuna kadar kendilerine bu acıyı yaşatanlardan davacı olacağını belirtti. Oğlu Mehmet’in asla diz çökme gibi bir niyetinin olmadığını ifade eden anne Tunç, “Oğlum Mehmet televizyonda çağrıda bulunuyordu. Halkın direnişine destek verilmesini istiyordu. Ertesi gün Mehmet’i telefonla aradım ve birçok yerden sağlık ekiplerinin kendilerini almaya geleceğini söyledim. Fakat o ‘Kimse bizi almaya gelmesin’ diyordu. Oğlum, ‘Ne olursa olsun vallahi de billah teslim olmayacağız’ dedi ve teslim olmadılar” diye konuştu.
Silahsız siviller
İki oğlunun da mahsur kaldığı binalarda katledildiğini söyleyen anne Tunç, “Bodrumlarda katledilenlerin hepsi sivildi ve hiçbirinin elinde silah yoktu. Hepsini katlettiler. Aralarında yaralılar olmasına rağmen hastaneye götürmediler ve yaralıları da katlettiler. Orhan ve Mehmet’in cenazesini bulmaya çalışıyorduk. Hastaneye gidip kan örneği verdik. Verdiğimiz kanın iki cenazeyle uyuştuğunu söylediler. O haberle yıkıldım” ifadelerini kullandı.
Rahat uyku yok
Cenazeleri almak için Urfa’ya gittiklerini belirten anne Tunç, şunları aktardı: “Urfa Devlet Hastanesi morguna girdiğim gibi yakılmış cenaze kokusu aldım. Koku her yere yayılmıştı. Mehmet’imi parmaklarından tanıdım. Yanmıştı, cenaze simsiyahtı. Cenazeleri aldıktan sonra Cizre’ye dönmek için yola çıktık. Arama noktasında polis başımdaki yeşil, sarı, kırmızı tülbenti gördü ve almak istedi. ‘Her iki gözün çıksa bile çıkartmayacağım’ dedim. Oradan da cenazelerimizi defnetmeye gittik. Aradan 5 yıl geçti ve ben hâlâ davacıyım. Çocuklarımın hakkını yerde bırakmam. Üzerimizdeki bu zulüm kalkmadan bana rahat uyku yok.”