Gerçekler ile yalanlar bir kovalamacada, hem de şu yeryüzünde. Eskiden, çok eskiden gökyüzündeydi ve sürgün edildi. Zaten herkes kendi hayatından ya kovulandır ya da kaybolan. Günler gecelere karışırken, mevsimler karşılaşmaktan vazgeçiyor. Ne vaat ne de vaaz gerekiyor, sadece yürümek ve yürümenin büyüsünde kalmak gerekiyor.
Yamalı bir gelecek hayali paramparça ediyor günleri. Birbirinden ayrı yerlerde hüzünlere gark olan insan, gözüyle ve diliyle kapıları arıyor. Çünkü insan her zaman aynı nakaratın müptelasıdır: Beni buradan çıkarın ya da beni buraya gömün.
Adı konulsa, tarifi yapılsa, işaret edilse, olmadı çizilse ve taklidi yapılsa yaşamanın, kimse yanaşmaz. Yangına yanaşılmazmış zaten çok eskiden gelen bir tedbirin dediğine göre. Her şey eskiden geliyor ve eskimeye gidiyor. Dünya ve hayat çapraz bölünmelerle insanı kendi duvarına çarpıp düşürüyor. Ne denilirse denilsin, değişmeyecek çok şey.
Hesabı tutulan ama hesabı sorulmayan her şey bir bumerang efsanesinde anlatılıyor. Zaten yaşanmayan anlatılıyor, yaşanan unutuluyor. Herkesten önce söz vardı, sonra herkesin dili çözüldü ve herkesleşti herkes. Bu çağa ayna tutanlar zamanın eline silahı verenlerdir, diye bir gerçek hepimizin kapısında bizi bekliyor.
Kendi kulvarında yarışmak, başkasının bulvarında kaybolmak en eski alışkanlıktır ve insan alıştıkça her şeyi aklamaya nişan alıyor. Vurdukça delik deşik bir mazi, vuruldukça düşmeye mecbur bir mevzi kalıyor insanın elinde. Başkasına gerek yok, insanın kendisi yeter kendi kendini mahvetmeye, denilir ve öyle de olur. Bir gün rivayet olur ve inanan çok olur.
Birbirine benzeyen, benzedikçe beter olan günlerin sarmalındayız. Beklentiler, gelsinler, dönsünler, umutlar ve daha beteri peş peşe soluklanıyor yanı başımızda. İnsan çaresiz, insan kederli, insan şu çağda kendi dışında her şeye teşne. Tedavülden kalkan, zamanın dışında kalan duygular hepten çürüdü. Biz bu çürük çağın içinde çürümeyi dört gözle bekleme zamanlarındayız.
İnsan anıların yağmurunda ıslanır, geleceğin rüzgârında serinler ve pişmanlıkların çığı altında kalır. Beterlerden beterler icat etmek, yetmedi kederle kendini heder etmek en fiyakalı yaşama biçimi. İçimiz dışımıza bu yüzden hasret, her tarafımızda birer neşet. Yakalandık ve neye gebe kaldıysak hep beraber telef olup yandık.
İnsan bildiklerinin dışına çıkınca ve bilmediklerinin çemberinde kaldıkça sorular çoğalır, cevaplar kendini ihbar edip imha eder. Tespiti yok yaşamanın, tehdit değil ölmek, tedbir kalmadı dünyada. İnsana yeni adresler, tanımlar ve lakaplar yazılmalı. Yeni baştan başlamak ve yeniden yenilmek şart. Dünya böyle dönüyor ve bizi kendi içimizde döndürüp kurşuna diziyor.
Gecikmek dert, yetişmek sert hüsranların kapısına sürüklüyor insanı. Zamanın hükmü, mekanın sözü herkesi dört duvar arasında ve kendi duvarının dibinde uyutuyor. Saklanan, aklanan, paklanan ne kaldıysa geride, her birine ölümlerden ölüm beğenmek pahasına yaşamak. İnsan bir hengamedir, gürültüsünde kaybolan ve asırlardır hâlâ aranan.
İnsan kendi ateşini taşıyor, sonra da cehennemini yaşıyor. İnsan ve ısrar yan yana yazılınca ezberleniyor, noktalansa da sonuna yaklaşamıyor. Yaşayan yanmaktan yaşayamıyor. Bu hırs, bu acele kimseyi bir yere götürmüyor. Kaldığımız yer bellidir: Gerçeklerden geçtik, gerekçelere sığındık ama hiçbir yere de sığamadık. Sığ ve sağ kalmaya alkışlar; her elden ve her yerden.
Haftanın kitap önerisi: Osman Özarslan, Hovarda Âlemi-Taşrada Eğlence ve Erkeklik / İletişim Yayınları