Laser Turabi*
Memlekette konuşulan bir öykü var, fıkra da olabilir.
Kendi halinde bir çoban cinayetle suçlanarak tutuklanmış. Yargılama süreci başlamış, tüm savunmalarına rağmen çoban suçlu bulunmuş, hakim idam kararı vermiş. Bu kararı duyan çoban “yaşasın adalet”, “yaşasın adalet” diye slogan atmış. Bu durum karşısında mahkeme heyeti ve başkanı çok şaşırmış ve çobana sormuşlar; “farkında mısınız size idam cezasını verdik, şimdiye kadar bu tepkiyi gösteren olmadı, neden?” Çoban soruyu “Ben sıradan bir çobanım. Şu ana kadar beni ciddiye alan ve söylediklerimi dinleyen olmadı. Ancak şimdi ise koca koca hakimler, savcı, avukatlar günlerdir beni ciddiye aldılar, saatlerdir konuştuklarımı can kulağı ile dinlediler, benim açımdan bundan daha büyük bir şey olamaz. Bundan dolayı ‘yaşasın adalet’ diyorum” diye cevaplamış.
Covid-19 ile birlikte konuşulmayanlar konuşulmaya başlandı. (henüz yeterli düzeyde olmasa da!) Ekonomi alanında, toplumsallaşma alanında, teknoloji alanında, kültür, bilim alanında, iktidar, üretim-tüketim alanında, erkek egemenliği alanında, devletler- ulus devletler-hegemonya alanında sesler yükselmeye başlandı. Bir bütün olarak kapitalist moderniteye ilişkin eleştiriler daha görünür olmaya başlamakla birlikte yeni bir dünya mümkündür söylemi ile yeni bir inşa için yeni yaşama dair düşünsel öne çıkmaya başladı. En önemlisi de bu gün yaşanan süreçte hiç payı yokmuş gibi görünen, aynı zamanda bir kurtarıcı gibi görülen kapitalist/modern tıp alanında söz üretilmeye başlandı ve sürdürmek gerekir.
Söze anlam biçmek
Bu yazıyla ile başlayan tartışmalara özelliklede sağlık alanına ilişkin birkaç söz söyleyerek katkı sunmayı hedefledim. Ancak bilinmelidir ki Covid-19 bazı şeylerin üzerini kazıdığı gibi aynı zamanda yarattığı panik ortamında söylenmesi gerekeni zorlamaktadır. Tüm bu zorluklara rağmen böyle dönemlerde “söz”e anlam biçmek gerekir. Hiçbir kaygıya kapılmadan sözü söylemek gerekir. Tam da kurucu eylem bu bazen kaygılarla söylenmeyen sözlerde gizlidir.
Kapitalizm liberalizm ideolojisi insanlarda tarihsellikle kurması gereken bağdan koparırken geliştirdiği bireysellik ideolojisi ile gelecek perspektifinde yoksun bırakarak “anda yaşamı” kutsamış, ve “an”a hapsetmiştir. Bu durum toplumsal olan insanı toplumsallıktan uzaklaştırdığı için toplumsal düşünmenin önüne çok ciddi bariyerler örmüştür. Toplumsal düşünememe hali ekolojik düşünmeyi de engellemektedir. “Ekolojik olmayan canlı yok olmaktan kurutulamaz”1 sözünden de anlaşılacağı üzere yok olan ekoloji değildir. Bu döngüye ve bir arada yaşamaya karşı koyan canlı türü yok olmakla yüz yüze kalır. Bu gün Covid-19 insan türünün ekolojiyi yok saymakla nasıl bir son ile karşılaşılacağını göstermek açısından önemli bir olanak sunmaktadır. Bu anlamda toplumun her kesiminde ekolojik toplum-sosyalist toplum için söyleyeceklerimizi dinleme olanaklarının doğduğu bir dönem içindeyiz. Bundan dolayı “yaşasın Covid-19” diyorum. Kendi toplumsallığımızı kurmazsak ve kendimizi muktedirlerin adaletine teslim edersek söylediklerimiz ne kadar doğru olsa da sonumuz yukarıda örnek verdiğimiz çoban gibi olur. Sözümüzü esirgemeden en güçlü şekilde söyleyeceğiz. Ve aynı şekilde kendi örgütsel ağlarımızı kurarak bu sistemin krizinin altında ezilmeden, yaratacağımız yeni eyleme biçimleri ile bu kaostan ekolojik bir toplum için kurucu eylemsellikler üreterek yeni yaşamı inşa edebiliriz.
Kentli sınıflı uygarlık
Girişte de ifade ettiğim üzere sağlığa dönersek; Sınıflı-kentli-devletli uygarlığın egemenliği altında yol almaya çalışan modern tıp, toplumun var olmasını sağlayan geçmişten bu güne biriktirdiği kendine yetebilen toplumsal sağaltım anlayışı yerine egemeni yaşatma-beyaz yaşlı erkeği(BYE)2-adına toplumun tüm var olma koşullarını yok sayarak ve toplumsal sağlık birikimini gasp ederken, diğer taraftan ulus-devletler eliyle toplumun sağaltım yeteneğini yok etmeye çalışmıştır. Ve tek mutlak ve muktedir güç olduğunu ilan ederek bugün içinde bulunduğumuz durumu yaratmıştır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) eliyle de güç muktedir bir duruma yükseltilmiş ve tek vaaz veren makama dönüşmüştür. Krizin ortaklarından biri olan ve Dünya Bankası’nın genel kapitalist ekonomiye ilişkin politikalarını gözardı etmeden vaazları ile tüm bu süreci yürütmesinin toplum açısından bir kazancı bulunmamaktadır. Vaazcı Dünya Bankası ve NATO yerine DSÖ olmuştur. Bu vaazlar ile oluşturdukları yönetim planlaması ile yaşanacak bir dünya yerine daha otoriter bir kapitalist sistem olacaktır. Kapitalizmin mezalimine isyan olarak çıkan bu salgın ile doğan bu büyük krizi tıp ve DSÖ eliyle toplumu daha çok disipline ederek ve denetim altına alarak aşmaya çalışılıyor. Yaratılmaya çalışılan bu gönüllü boyunduruğa karşı ideolojik ve politik mücadeleyi en çokta sağlık/tıp alanında yapmak gerekir.
Modern tıbbın dayanakları
Geçmişten bugüne itirazlarımız vardı; modern tıp(güncel anlamda kapitalist tıp) toplumun sağaltım birikimini gasp ediyor, çarpıtıyor, egemenler açısından önemli bir yönetim mekanizmasına dönüştürüyor. Modern tıbbın dayandığı model olan tıbbi biyolojik model, hastalığı yok edilmesi gereken bir olay olarak gördüğü için onu yaratan tüm olgularından arındırılması gerektiği fikrinde sabitlenmiştir. Bu durum için elindeki her türlü olanağı kullanarak mikrobun yok edilmesi yoluna gitmesi sonuçları olumsuz olarak dönmektedir. Mikrop yok
edilemediği için yok edilen başka bir şey olmaktadır. Esasında ekolojinin bir parçası olan insan “insan merkezli” anlayışının sonuçlarında olumsuz olarak en çok etkilenmektedir. Kuş gribi sürecinde milyarlarca tavuk yok edilerek daha sonraki hastalıkların doğmasına neden olunmuştur. Egemen zihniyetteki “düşman” kavramı doğa için de kullanılmaktadır. Düşman varsa savaş vardır. Bu tıp dünyası da “savaş” ve “düşman” kavramlarını sıkça kullanarak bu egemen militarist dili kullanarak egemen dünyadaki yerini gösteriyor. Savaş varsa “savaşta da düşman yok edilir” anlayışı öne çıkıyor. “Modern tıp, bugüne kadar büyük oranda hap üreticilerinin ve mikrop katillerinin görüşlerini temel almıştır.”3 Bu anlamda kendisine referans olarak kabul ettiği Louis Pasteur’in ekolojinin iç döngüsü anlama konusundaki cabası içine girme zahmetine girmemektedir. Bundan dolayı “düşman-savaş” döngüsü sürdürülmeye çalışıyor. Bilinmelidir ki eninde sonunda kaybeden bu anlayışı sürdürendir. Doğayı ve insanı bir makine gibi gören Kartezyen bilim anlayışı en güçlü şekilde tıp alanında göstermektedir. Ekolojinin bütünlüğünü ve aynı zamanda da insan bütünlüğünü görmeyen anlayışı ile “insan için varım” derken ürettikleri ile bir zat insan türünün sonunu yakınlaştırmaktadır. Her kes tarafında anlaşılması gerekir ki insan topluluğunun sağaltımı modern tıbbın mucizesi ile olmayacaktır. Çünkü ne hastalık ne de mikrop/virüs yok edilemez ancak onunla bir arada yaşamayı sağlamak gerekir. Covid-19’da da görüldüğü gibi aşı yok, tedavi yöntemi yok, “tıp mucizesi” ise aşı ve tedavi için aylar veriyor. Bahsedilen sürede salgın ile toplumun %80’i bağışıklık kazanmış olacak.
Çözüm ne?
Biraz toplumsallığımızı hatırlamak, birkaç basit davranış değişikliği ile bir arada yaşamayı başararak yol almak. Hele bir de yeni bir toplumsallığı kurarsak ve sömürüye dayalı, eril, faşist, doğayı talan eden egemen/kapitalist illetten kurtulursak, özgürlüğümüzle birlikte gerçek bir sağlıklı topluma ulaşmış oluruz. Yapılması gereken toplumun sağaltım birikimine sahip çıkarak ve bu gün gasp edilen tarihsel olarak kadının tarihsel eylemi ile şekillenen toplumun devrimci tıp geleneği modern tıbbın maskesinin düştüğü bir dönemde devrimci sınıfın mücadele birikimi ve her türlü egemenlik ilişkilerine itiraz ederek kültürel bir direniş olarak var olma mücadelesi yürüten devrimci etnisitenin toplum kültür olarak bu güne kadar getirdiği birikimi de içerleyerek yeni bir hatta yeniden kurulması gerekir. Bu inşa ekoloji ile uyumlu, iktidar üretmeyen doğal toplum zemininin gelişen doğal sağlık anlayışı ile profesyonellikten arındırılmış ve kadın sağlık hareketi perspektifinde olmalıdır.
Nasıl mı?
Öncelikle başta DSÖ ve onun yönetim mekanizması olan ulus-devlet yöneticilerinin vaazlarına itirazla başlayabiliriz. Siz yarattınız, siz çözemezsiniz!
· Çünkü sizin kar hırsınıza dayalı emek rejiminiz her gün binlerce emekçiyi öldürüyor.
· Çünkü sizin gasp ve talan düzeniniz milyonları yoksullaştırıyor.
· Çünkü sizin kömür ve çeliğe dayalı üretim tarzınız toplumu ve doğayı yok ediyor.
· Çünkü sizin homojen toplum dayatmanız toplulukları yok ediyor, tüketim ilişkileriniz insanları sağlıksız kıldığı gibi doğaya zarar veriyor. Kültürleri yok ediyor.
· Çünkü kalkınma ve gelişme ideolojiniz toplumları var eden barışı ve doğayı yok ediyor.
· Çünkü egemenlik ilişkilerinizi sürdürmek istediğiniz savaş rejimleriniz doğayı yok ediyor, insanları öldürüyor, milyonları göç yolarında açlıkla yüz yüze bırakıyor.
· Çünkü oluşturduğunuz sağlık sistemleriniz sağlığı değil karı ürettiği için toplum sağaltımını dumura uğratıyor. Ürettiğiniz sağlık bilginiz toplum ve doğa yararı gözetmiyor, egemenliği, sağlıksızlığı, erilliği üretiyor.
Toplumu kapatarak, BYE’in geleceği ve ölümsüzlüğü için üretilen karmaşık tıp bilginiz ve onun devasa kurumları Covid-19 karşısında biçare kalmıştır. Her ne kadar egemen zihniyetinizden kaynaklı olarak virüsü küçük görme kibriyle virüsü yok etmek için yoğun savaş veriyor olmanız bir anlam ifade etmeyecektir.
Devasa bütçelerin ayrıldığı tıbbi malzemeler, ilaçlar, hastaneler hiçbir işe yaramıyor. Hijyen(kimyasal maddelerden arındırılmış), sağlıklı ve dengeli beslenme (homojen yeme alışkanlıkları değil), eyleyiş (sömürünün olmadığı), toplumsal dayanışma, özgürlük, demokrasi ve barış (bir arada yaşama iradesi-ötekileştirmeme) yeterli. Ancak tüm toplum olarak basit bir temizlik kuralı yerine yoğunca kullanılan dezenfektan maddeleri yaratacağı yeni bir ekolojik karşı saldırıyı hazır olmamız gerektiğini gösteriyor.
Bunlarla birlikte hastalık sürecinde en iyi mekan duygunun ve dayanışmanın, fedakarlığın ve kendi olmanın olanaklarının yaşandığı yer olarak evler olmuştur. Evlerimiz ve sokaklarımız olan yaşam mekanlarımızı egemenlerin bizi yalıtmanın ve kapatmanın bir aracı olmakta çıkarmak için sağaltıcı, özgürleştirici ve toplumsal bilginin üretildiği yeni bir toplumsallaşma mekanı olarak ele almamız gerekir.
Milyonların bu süreci anlayarak atlattığı mekanlar evler olmasına rağmen modern tıp, kabesi olan hastaneleri gözden düşürmemek için çok sınırlı düzeyde iyileşme sağlanmasına rağmen görünür tutmaya çalışıyor. Aynı zamanda her gün “tıp dünyası aşı için yoğun çalışıyor, tedavi için yeni ilaçlar bulunduğu” yönünde haberler yaparak toplum nezdinde görünürlüğünü korumaya çalışıyor.
Her gün yoksullukta-savaşta- emek sömürüsünde- kadın kırımında milyonlar ölüyorken bunu görmeyen modern tıp insan ömrünü uzatayım diye uğraşıyor -gerçi uzattığı ömür BYE’nin ömrüdür- ancak bu arada yaşlılık üzerinde, toplum üzerinde yarattığı yoğun bir yük bulunmaktadır. Sağlık yatırımlarının büyük çoğunluğu bu alana yoğunlaşmış, özellikle yoğun bakım ünitelerine büyük yatırımlar yapılmıştır. Sınırlı bir kesim ve aynı zamanda ayrımcılığı da içinde barındıran bu yük toplumsal sağlık için olanakları sınırlandırılmıştır. Kârlı olan bu alana yapılan yatırım ne hikmet ise Covid-19 ile önemli bir puan kazanmış görünüyor. Kâr amaçlı bu alana yatırım yapan AKP iktidarı buradan puan toplamaya çalışıyor. Bu yanılsama ile kar amaçlı sağlığa yatırım yapanların toplum nezdinde olumlu gösterilmesi doğru değildir. Ancak bu gün onların da kısmen işe yaramasını sağlayan yine bahsettiğimiz doğal sağlık bileşeni olan toplumsallığımız, dayanışmamız, otonom yaşama biçimlerimiz, profesyonelliğe dayanmayan ve mekanlarımızda yarattığımız sağaltım eylemimizdir.
Dayanışma yolu
Geçmiş salgın deneyimlerinde de olduğu gibi bu dönemlerde başarı sağlık kurumları, sağlık profesyonelleri, iktidarların kendine buyruk politikaları değildir. Toplumun şefkati, dayanışması, birlikte yol alışı, sokağımız, evimiz ve topluluklarımızdır. Yine bu dönemde filiz veren kadın sağlık hareketleridir, toplumsal sağlık hareketleridir. Bu gün sağlık kurumlarına biçilen kutsallıklar ve sağlık çalışanlarına biçilen kahramanlıklar çok anlam ifade etmemektedir. Çünkü bu hastaneler kutsal değil, sağlık çalışanları da kahraman değildir.
Hastaneler devletin ve kapitalizmin kapatma, disipline etme, denetim altına alma ve sermaye üretim merkezleridir. Sağlık çalışanları da emeği sömürülen emekçilerdir. Bunun dışında bir şey değildir. Ancak böyle bakarsak hem toplum hem de sağlık emekçileri için sağlıklı bir tutum geliştirmiş olacağız. Toplum ve sağlık çalışanların sağlığı için bu yaklaşım bir zorunluluktur. Yoksa toplum hastaneler üzerinde yeniden bir kapatmaya tabi tutulacak, sağlık emekçileri de daha büyük bir sömürüye tabi kılınacaktır. Ve bu kapatmaların sonu YBE’in ölümsüzlüğü için yeni deneyleme işlevi görür. Sağlık emekçileri bu sömürü zincirine daha güçlü itiraz etmelidir. Bu itirazla birlikte toplumun sağlık üzerinden yeniden kapatılmasına engel olabiliriz.
Sorun toplumu kapatma ve denetim altına almak değilse, okulların kapatılmasına rağmen evde eğitim için çırpınış niye, çünkü kapatma mekanlarından biri olan okuldan vazgeçilmiyor. Selalarla camileri eve taşıyacaklar. Kışların covid-19 açısında dokunmazlığı olacak ki! kışlalar kapatılmıyor. 10 bin kişilik askeri operasyonlar devam ediyor. Boşaltılmak istenilen sokaklarda neden sadece devletin zor gücü olan polis ve asker var? Yetmiyor her gün OHAL tartışmaları ve ceza yasaları ile kışlalar evimize taşınıyor. Anlayacağız sistem kendi kapatma kurumlarını her yönüyle işlerli kılıyor. Bu gün başat rol hastanelerindir. Bu kapatmalara itirazı her yerden yükseltmek gerekir. Kendi sağlık güvencemizi ancak kendimiz sağlarız söylemini öne çıkarmak gerekir.
Bu kimin bilimi?
Her şey bir bilimsellik kılıfı adı altında bir mutlaklık olarak bize dayatılmaya çalışılıyor. Bir bilim kurulu oluşturuldu. DSÖ-Bilim Kurulu denilerek toplumda gönüllü itaatkarlık gösterilmesi bekleniyor. Peki bu bilim kimin borusunu çalıyor? Toplumun olmadığı net. İktidarlar kendi meşruiyetini bazen dinden, bazen ekonomik realiteden, hukuktan ve böyle kaos dönemlerinde ise kutsallık derecesine çıkardığı “bilim”den almaya çalışıyorlar. Bugün bunu yapıyorlar. Tam da bu gün bilimci desturdan kurtulmak için yeni bir sosyal bilimi yaratarak toplumsal bilgiyi yeniden üretmek gerekir. Toplumsal bilimin üretilmesi geçmişten bu güne var olan toplumsal mücadele eylemimizde aramak ve bu yeniden yaratacağımız devrimci eylemimizle mümkündür. Bu gün egemenlerin denetiminde ve mekanlarında üretilen “bilim”e Sokretes’in yanlışlama yöntemi ile itirazı yükseltmek gerekir. Yaratacağımız toplumsal akademiler ve okullar aracılığı ile toplumsal bilgiyi sürekli üreterek kapitalizm “bilim” üzerinde kurduğu hegemonyayı aşabiliriz.
Bu tartışmaları böyle yürütmediğimiz vakit yoksullar, ezilen emekçiler ve halklar, kadınlar için her gün var ölüm bu gün covid-19 ile BYE’in kapısını da çaldığında kıyamet kopmuş gibi görünür. Her gün sayıları onları bulan kadın cinayetleri, işçi cinayetleri, savaşlarda öldürülen toplumlar, gençler, açlıkta ölen yoksullar, göç yolarında ölen göçmenler ölüm olarak görülmüyor. Sadece göç yolarında her yıl bu kadar insan ölüyor. Savaşlarda bunun en az on katı. Bu gün ayrıcalıklı olanlar eve kapanırken toplumun yoksullarının ve Kürtlerin neden eve kapanmadığını sanatçı, akademisyen, siyasetçi, iş insanlarının sorup durması da gösteriyor ki ayrı dünyalardayız. Çünkü bu insanlar her gün ölümle zaten bir arada. Neden DSÖ savaş, sömürü ve yoksullukta milyonların ölümünü pandemi olarak değerlendirmiyor, bu gün yaşanan salgında alınması gereken önlemleri almak konusunda ülkelere önerilerde ve yaptırımlarda bulunmuyor. Dert başka bir dert. Çünkü bu ölüm herkesin kapısını çaldığı için bu kriz var.
Buna da Covid-19’un adaleti deniyor.
Yeni bir isyan günü gelip çatmıştır. Covid- 19 bunun olanağını artırmıştır. Artık başka bir dünya mümkün demek çok daha meşru. Çünkü mevcut dünya kaybetmiştir. Toplum ve doğa için zararlıdır. Bundan kurtulmak gerekir. Yeni dünya yeni yaşam iddiası ile olur. Yeni yaşam demokrasi ve kadın özgürlüğüne dayalı ekolojik toplumdur.
Yaşasın Sosyalizm!
;
1- Abdullah Öcalan “Yeni Yaşam Gazetesi”nde yer alan bir yazıda yapılan atıf
2- İvan İllich “Sağlığın Gaspı”
3- Andrew Nikiforuk “Mahşerin Dördüncü Atlısı”
*Sağlık Emekçileri Sendikası üyesi