“Kadın özgür bir bireydir. Hakları engellenemez. Hiçbir kadının bir erkekten geri kalır yanı yoktur. Kadınlar erkekler tüm insanlar eşittir”.
Bu sözler 15 yaşındaki Suriyeli Yana’nın sözleri. Yana bu sözleri İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” üzerine Ekim ayında yaptığımız bir atölyede söylemişti.
Grupta bulunan oğlan çocukları Yana’nın sözlerinden, kararlılığından ve gerçeği söylüyor olma gücünden öyle etkilenmişlerdi ki, yapılan değerlendirme sırasında içlerinden biri “İstanbul Sözleşmesi’nin kadına şiddeti ne kadar ciddiye aldığını anladım” demişti. Her zaman söylüyoruz ya 8 Mart öncesinde bir kere daha söyleyelim: Şiddet eşit olmayan ilişkilerden doğar. Gücü elinde tutanın bu gücü kötüye kullanmasıyla oluşur. Ev içi şiddet de öyle, kadına yönelik şiddet de, çocuğa yönelik şiddet de…
Şiddeti ortadan kaldırmak yaşamın her alanında -evde, okulda, sokakta, iş yaşamında, kapalı bir kurumda yaşıyorsan orada- eşitler arası ilişkilerin kurulmasıyla mümkün… İstanbul Sözleşmesi de kadınlar ve erkekler arasında hukuki ve fiili eşitliğin kadına yönelik şiddeti yok etmede en önemli anahtar olarak tanımlıyor. Bu yüzden de kadınlara yönelik ayrımcılığı yasaklıyor.
Biyolojik, hukuki ya da ailevi bağ olup olmadığına bakılmaksızın ev içinde yaşanan şiddet ile kadınlara yönelik her türlü şiddeti önlemekle devletleri yükümlü kılıyor. Sözleşme, hem özel hem de kamusal alanda kadına ve kız çocuklarına yönelik şiddeti yasaklıyor.
Sözleşmeyi imzalayan devletler; kadınların ve kız çocuklarının şiddete maruz kalmaksızın yaşama hakkını sağlamakla yükümlü oluyor. Öyle ki bu yükümlülük sadece barış¸ dönemlerinde değil silahlı çatışma dönemlerinde geçerli oluyor. Kadına ekonomik zarar vermeyi hedefleyen davranışları da şiddet olarak tanımlayan sözleşme zorla evlendirilmeyi ve kadın sünnetini yasaklıyor.
Ev içi şiddet kadına ve çocuklara, zaman zaman yaşlılara evdeki diğer bireyler tarafından uygulanan şiddettir. Bu şiddet çoğunlukla erkekler tarafından gerçekleştirilir. Evde, kendisini en güvenli hissedeceği mekanda doğrudan ya da tanık olarak şiddete maruz kalmak kız ya da oğlan tüm çocukları derinden etkiler.
Türkiye’nin de imzaladığı sözleşme bu yaklaşımla ev içinde şiddete maruz bırakılan çocuklara özel olarak yapılması gerekenlerden söz eder. Devletlere şiddete maruz kalanı koruma ve güçlendirme politikalarını çocukları da düşünerek geliştirilmesini söyler. Ayrıca devletleri ebeveynlerinin boşanması, ayrılması gibi durumlarda çocuğun velayetini belirlerken daha önce yaşanan ya da yaşanma olasılığı olan ev içi şiddetini göz önünde bulundurmakla yükümlü kılar. Hatta çocuğun güvenliği için bir risk varsa daha önce verilmiş olan velayetin geri alınmasını söyler.
Ekim ayında, İstanbul Sözleşmesi’ne dair atölye özellikle kız çocuklarının gündeminde eşitlik mücadelesinin ne kadar da büyük bir yer kapladığını gösterdi. Suriye’deki savaş yüzünden ülkelerini terk etmek zorunda kalan bu çocuklar yaşadıklarını; devletleri, uluslararası mekanizmaları, yetişkinleri, babalarını, erkek arkadaşlarını sorgulayarak anlamlandırmaya çalışırken yolları hep eşitlik ve adalet kavramına çıkıyor.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres geçtiğimiz yıl Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi gününde kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddettin küresel bir salgın haline geldiğini söylemişti. Bu salgını önlenmenin bir yolu da bu konuda çocukları yüreklendirmekten geçiyor. İsterseniz siz de deneyin.
İstanbul Sözleşmesi’ni evde, okulda, atölyede çocuklarınızla birlikte tartışın. Göreceksiniz, eşitsizliğe, adaletsizliğe, şiddete karşı sandığımızdan çok daha fazla güçlüyüz… Yaşasın 8 Mart, Yaşasın Kadınlar, Yaşasın Çocuklar, Yaşasın Eşitlik Mücadelemiz!