Madımak Katliamı’nda hayatını kaybeden psikiyatrist-şair Behçet Aysan’ın adeta kendi ölümüne atıfta bulunduğu ‘Beyaz bir gemidir ölüm’ şiirini besteleyen şizofreni hastası sanatçı Şirovan, ‘Bir doktor bir hasta kazanır, bir hasta da doktorun sesini, daha güçlü bir şekilde taşır. Öykü bu…’ diyor
Fırat Can Arslan
Birçok katliamın yaşandığı Türkiye’de en ağır katliamlardan biri kuşkusuz 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yaşandı. O gün, Pir Sultan Abdal Şenliklerine katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’ü, kaldıkları otelin yakılması sonucu hayatını kaybetti. Hayatını kaybedenlerden biri de yaşasaydı bugün 75 yaşında olacak olan şair Behçet Aysan’dı. Bugün (28 Temmuz 1949) Aysan’ın doğum günü.
Bilimin özgür bilinci ile yazdı
Şiirlerinde; eşitlik ve barış üzerine kurulu bir dünya özlemiyle, kederi, umudu ve umutsuzluğu anlatan Aysan, “İstiyorum ki, bağırmadan, usul sesle söylensin şiir. Usul sesli bir çığlık olsun. Kimi zaman kara, kiminde umudu öne çıkaran” diyordu. Aynı zamanda psikiyatrist hekim olan Aysan’ı meslektaşları, “Şiirlerini bilimin özgür bilinciyle yazdı” diye anlatıyor.
Ölüm üzerine düşünmekten kendini alamadı
Arjantin’de cunta yönetiminin zorla yok ettiği çocuklarını bulmak için Plaza Del Mayo Meydanı’nda toplanan anneler için yazdığı “Beyaz Başörtülü Kadınlar” şiiri, Galatasaray Meydanı’da toplanan Cumartesi Anneleri’nin kulaklarında yankılanırken Aysan, ölüm üzerine düşünmekten kendini hiç alamadı.
Aysan’ın ölüm üzerine düşüncelerinin kendi ölümüne işaret etmesi ise trajik bir tesadüften mi ibaret, bilmiyoruz ancak “Beyaz Bir Gemidir Ölüm” adlı şiirinin Madımak’taki trajediyi anımsattığı kuşkusuz.
“Sen bu şiiri okurken ben belki başka bir şehirde olurum” sözleriyle başlayan şiir şöyle devam ediyor:
“Kötü geçen bir güzü ve umutsuz bir aşkı anlatan
Rüzgarla savrulan kağıt parçalarına yazılmış
Dağıtılmamış bildiriler gibi
Uzun bir yolculuğa hazırlanan
Yalnız bir yolculuğa.
Çünkü beyaz bir gemidir ölüm
Siyah denizlerin
Hep çağırdığı batık bir gemi
Sönmüş yıldızlar gibidir
yitik adreslere benzer ölüm
Yanık otlar gibi.
Sen bu şiiri okurken
Ben belki başka bir şehirde ölürüm.”
Aramızdan koparılan Aysan’ın bu şiiri, sanatçı Şirovan tarafından bestelendi. Çoğunlukla yaşadığı coğrafyada yaşanan toplumsal olaylara dair çalışmalar yapan Şirovan, bir şizofreni hastası olarak hazırladığı ve yine bir şizofrenin akıl hastanesinden kaçışına dair gördüğü halüsinasyonları konu alan “Mavi At” eseriyle tanınıyor.
Aysan’ın doğum gününde yayınladığı çalışmayı Fırat Can Arslan’a anlatan Şirovan, eseri hazırlama sürecindeki motivasyonunu, “Kütüphanesini yakan bir topluma, yakılan kitaplardan bir tanesinin bir sayfasında yer alan bir şiiri daha yüksek sesle okumak” cümlesiyle ifade ediyor.
- Öncelikle biraz Behçet Aysan üzerine konuşalım. “Beyaz bir gemidir ölüm” şiiri Aysan’ın ölümünü daha da trajik hale getiriyor. Üstelik şairin, Kanlı Zambak şiirinde de “Kurudu saksıdaki Sardunya birdenbire, çatladı. Bir fotoğrafın camı, tel çerçeveli. Düştü radyonun üzerinden yere. Dağıldı kitapları. Dağıldı şiirler ve roma hukuku. Güvercin konamadı” dizeleriyle adeta Madımak’taki yangın anlatılıyor. Bestesiyle yeniden bizimle buluşturduğunuz bu dizeleri ilk okuduğunuzda size neler hissettirdi?
2 Temmuz’dan sanırım birkaç gün önceydi. Ömrünü sosyalizm mücadelesine adamış ve bugün, hapiste yaşadığı zorluklar nedeniyle sağlık sorunları yaşayan eski siyasi tutsaklardan yakın dostum Çetin Ağdaş ile Madımak katliamına dair konuşuyorduk. Çetin Ağdaş konuşmanın bir yerinde bana şu soruyu sordu: “Sence bir şair ölümünü yazabilir mi?” Ben ona şaşkınlıkla bakarken, masaya bu şiiri koydu. Daha önce okumuş olduğum bu şiiri, bu gözle hiç okumamıştım. Şiir ölümü, siyah denizlerin çağırdığı beyaz bir gemiye benzetiyordu. Bir de yanık otlara… Aynı zamanda bir hekim olan şair Behçet Aysan’ın, bir bilinmezliği, ne kadar güçlü bir çaba ile okuyucuya anlatmaya çalıştığını gördüm. Temel içgüdüsü, bütün tarihi, “ölümden” çalmaya, onu inkara odaklanmış insana, bu bilinmezliği, naif bir dille, kabullenmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyordu. Bu çaba beni o kadar etkiledi ki, Çetin Ağdaş “bu şiiri bestele” dediğinde hemen “tamam” dedim.
- Aysan, şiirinde ölüm fikri üzerine düşünüyor. “Beyaz bir gemidir,” diyor ölüm için. Mutlak bir bilinmezlik olarak tarif ediyor aynı zamanda. Bu eser üzerine hazırlanırken, ölüm üzerine fikir yürüttünüz mü?
İnsanın bütün tarihi, üremesi, üretimi, tahakkümü, çilesi, ızdırabı hep ölümden kaçmakla, ondan bir şeyler kaçırmakla ilgili. Bu somut bilinmezlik, insana tarih boyunca hep “cinnet” geçirtmiş. Ölmesi de öldürmesi de büyük ölçüde hep bu bilinmezlikten korkmasıyla ilgili. Annemi kaybettikten sonra “ölüm” düşüncesi bana daha yakın oldu. Yaşamla iç içe diyebilirim. Her zaman, her an, her yerde…
- Peki bu çalışmanızda temel motivasyonunuz ne idi?
Kütüphanesini yakan bir topluma, yakılan kitaplardan bir tanesinin bir sayfasında yer alan bir şiiri, daha yüksek sesle okumak…
- Eserin müzikal formundan bahseder misiniz?
“Beyaz bir gemidir ölüm” şiiri, beste olarak, üç zamanlı ritim yapısı ve armonik minör gamıyla şekillendi. Altyapısı, şiirlerin bestelenme ve yayınlanma sürecinde çokça rastlanılan “trio” kalıbının dışında düşünülerek, daha senfonik bir tarzda stüdyoda şekil buldu.
- Daha önce ortaya çıkardığınız eserler de tümüyle toplumsal kaygılarla dürtülenmiş bir hafıza niteliğinde. Popüler kültürün hakimiyetini ele aldığı sanat açısından üretimlerinizin önemini nasıl ifade edersiniz?
Zamanın her an insan hayatından çaldığı, birçok insanın içinde bulunduğu döneme kendini kaptırarak sermayeye, hırslarına yenildiği şu dünyada, gelecek için bir hafıza oluşturmaya çalışan bir müzisyenim. Önemi var mı, yok mu, bunu bilemem. Sonraki kuşak belirleyecektir bunu.
- Sizi aynı zamanda bir Şizofreni hastası olarak yazıp bestelediğiniz ve gördüğü halüsinasyonlar etkisiyle kaldığı akıl hastanesinden kaçan bir şizofrenin hikayesini anlattığınız “Mavi at” şarkısıyla da tanıyoruz. Şizofreninin sanatınızda etkisi olduğu, belki de yön verdiği söylenebilir mi? Öte yandan Aysan da bir Psikiyatrist idi. Bu yönüyle de son eseriniz başka bir anlam kazanıyor. Ne düşünüyorsunuz?
Şizofreni hayatıma empati yapma yeteneğimi ve kurgu yeteneğimi güçlendirerek yön veriyor. Bu da eserlere yansıyor sanırım. Eseri hazırlarken, kendi doktorum geldi aklıma. Hayatıma nasıl müdahale ettiği, uçurumun kenarından beni nasıl çekip aldığı aklıma geldi. Çünkü Hipokrat yeminine sadık bir doktor, hastasının yükünü kendine yük edinir. Ve en yüksek hazzı, hastasının yeniden hayata karışmasını başarabilmek. Aysan sadece bir hekim olarak hastalarının değil, aynı zamanda bir şair olarak bütün toplumun yükünü kendine mesele edinmiş bir aydın. Bütün empatimi bu eserde Behçet Aysan’a, onun dert ettiği meselelere yönlendirdim diyebilirim. Bir doktor bir hasta kazanır, bir hasta da doktorun sesini, daha güçlü bir şekilde taşır. Öykü bu…
Behçet Aysan kimdir?
Behçet Aysan 1949’da Ankara’da doğdu. Selimiye Askeri Ortaokulu ve Kuleli Askeri Lisesi’nde okudu.1968’de Ankara Tıp Fakültesi’ne askeri öğrenci olarak girdi.12 Mart döneminden sonra politik nedenlerle ara vermek zorunda kaldığı tıp öğrenimi sırasında çeşitli işlerde çalıştı. Mezun olduktan sonra İzmit’e tayin oldu. Ankara’da psikiyatri ihtisası yaptı. SSK Yenişehir Dispanseri’nde doktor olarak çalıştı. Bunların yanısıra Behçet Aycan kısa ömrüne yüzlerce şiir sığdırmayı başardı. 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Katliamı’nda yaşamını yitirdi.
Behçet Aysan’ın kimi şiirleri ise şöyle: Bir Kiraz Dalı, Bir Eflatun Ölüm, Beyaz Bir Gemidir Ölüm, Ayna, Son Kuşlar, Yağmur Dindi, Unutulmayan, Dağılan Gül, Yarın Diye Bir Şey Var, Ay Düşünce, Dışarıda Kar, Bu Aşk, Bu Şehir, Bu Keder, İpekten Gece Gitme Kal.