Yerel seçimlerin yenilgisi siyasi iktidar için oldukça ağır gelmiş olmalı. Partisinin içinde yaşadığı gerilimler, kutuplaşmalar, yıllardır dini kullanarak konsolide ettiği halkların desteğini arkasından çektiğini seçim sonuçlarına yansıtması, sandıklarda verdiği cevap, DEM Parti’nin halkların iradesini alarak Kürt illerinde yerel yönetimleri il ve ilçelerde belediye eş başkanlıklarını, meclis üyeliklerini alarak kazanması, kendisine yapılan kumpaslara sandıklardan verdiği ezici yanıt. Van halkının iradesine mazbata aşamasında kayyım atamaya çabalarken, Türkiye halklarının alanlardan verdiği cevap bu alaşağı giden siyaset yolculuğunun net göstergesiydi. AKP’nin yaşadığı yerel seçim hezimetine karşı yaşanan ekonomik krizin üstünü örtemez oluşu da eklendiğinde siyaset alanında durmak için yeni yöntemlere yöneleceği açıkça görülmekte. Halklara uyguladığı baskı ve zulme karşı kendi seçmeninden bile ağır cevaplar almak siyasi iktidarın sertleşerek bugüne kadar sürdürdüğü siyaseti yürütemeyeceğinin de göstergesi. İçinden çıkamadığı, gün gün yükselen siyasi ve ekonomik krize karşı durabildiği kadar siyasette durmaya çalışacak. Bunun bugüne değin yürüttüğü yöntemlerin başında sürdürdüğü yaşam alanlarını daha hızlı sermaye birikimine açmak gelecek. Böylece kalabildiği kadar iktidarda kalma sevdasını sürdürecek. Bu yöntemi uygulayabilmesi için Avrupa Birliği’nden, katıldığı uluslararası zirvelerden imzalayarak edindiği fonlar ikinci destek olarak imdadına yetişecek. Bunun hazırlıklarını yerel seçimlere birkaç gün kala açıkladığı iklim strateji planlarından görmek mümkün.
21 Mart 2024’te Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, İklim Değişikliği Başkanlığı tarafından yayınlanan 2024-2030 İklim Değişikliği Azaltım ve Uyum Strateji ve Eylem Planları “İklim değişikliği ile küresel mücadelede önemli bir dönüm noktası olan Paris Anlaşması’nın ülkemiz tarafından 2021 yılında onaylanması ve 2053 Net Sıfır Emisyon hedefinin açıklanması ile Türkiye’nin ulusal iklim eylemi hız kazanmıştır” sözleri ile açıklandı.
Bu eylem planlarının neler olacağını COP 28’de imzaladığı ve ardından işleme koyduğu pek çok siyasi yürütmeden anlaşılıyordu zaten. Hatta yerel seçim öncesi Bargilya sulak alanı gibi su canlılarının ve göçmenlerinin yaşam alanı, arkeolojik sit olan özgün bir sucul sistemi havzası ile birlikte Ali Ağaoğlu’na lüks kent yapımı için vermesi, seçime giderken alelacele yaptığı yaşam alanlarına el koyma hamleleri seçim sonrası yol haritasının açık örneklerinden birkaçıydı.
Seçimin hemen ardından 6 Nisan’da yayınlanan tebliğ ile bu süreci meşrulaştırmaya çabalamakta. 2024/9 numaralı İçme-Kullanma Suyu Havzası Koruma Planı Hazırlanmasına Dair Usul ve Esaslar Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ; varolan 20/2/2019 tarihli ve 30692 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzası Koruma Planı Hazırlanmasına Dair Usul ve Esaslar Tebliğinde değişiklik yapmakta.
2019 tebliğinin 4. Maddesine eklenen n) fıkrası ile su havzalarının nasıl korunacağı ve nasıl iyileştirileceği bilimsel rapora bağlanıyor. Bilimsel raporun su havzasında yaşamın nasıl sürmekte olduğunu, bugüne değin havzada yaşayan halkların yaşam şekillerinin belirlenmesini, sucul sistemin yapısal özelliklerinin saptanması gibi pek çok bilgi ve veriyi kapsayacak. Ve o su havzası buna göre “iyileştirilecek”. Tebliğde belirtilen, bu raporun akademik olacağı. Bizler bu raporların çoğunun siyasi iktidarın kendi akademisyenleri ile üretildiğine ve hep aynı kişilerin siyasi iktidarın enerji, maden ve kentsel dönüşüm projelerini akladıklarını biliyoruz, tanıklık ediyoruz.
2019 Tebliğinin 11. Maddesine eklenen 3. Md’de, “(2) İçme-kullanma suyu havzası koruma planlarının değişikliği, üçüncü fıkradaki haller dışında bu tebliğde belirtilen koruma planlarının hazırlık ve onaylanması ile ilgili usul ve esaslara tabidir” diye belirtilmekte. 4. Md de, “Bakanlık revize edilen koruma planına ilişkin ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerini alır. Havza koruma planı değişikliği, Bakan onayının ardından havzada yer alan illerdeki yerel bir gazetede yayımlanarak yürürlüğe girer” ibareleri ise yerel yönetimlerin yetkisi içinde kalan su havzalarında halkın yaşam alanlarında karar verme hakkı da devre dışı bırakılmakta.
Kanal İstanbul ve Yenişehir yapılaşmasında örneğin artık İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı kurumların yaptırımı yasal olarak olamayacak böylece. Dolayısı ile çevre düzeni planı hazırlatan Ekrem İmamoğlu’nun da halkla paylaşmadığı bu konudaki gitgelleri de sona ermekte, İstanbul çevre düzenini Kanal İstanbul projesini kapsayarak bir de kapsama almayarak hazırlayın talebi de boşa çıktı.
Artık şirketlerin ÇED raporu hazırlatıp bakanlığın bunları kabul ederek sermaye projelerine onay vermesinin yerini Sinop NES projesinde olduğu gibi siyasi iktidar önceden o havzada yapılacak “iyileştirme” adı altında araştırma projesi hazırlatacak, sonra da o yaşam alanına el koyarak o alanları sermaye birikimine sokacak. Havzanın özellikleri tarım niteliği yüksel çıkarsa AB fonundan aldığı iklim iyileştirici endüstriyel tarım uygulamaları o havzada devreye alınacak. Sucul sistem daha “güçlü” görünürse bilim raporu düzenleyen siyasi iktidar heyetine, o durumda sucul sistemin olduğu havza Küçükçekmece Lagünü, Kilyos, Durusu havzasında olduğu gibi yeni lüks, “nitelikli nüfusa” uygun yapılaşma planında olduğu gibi yapılaşmaya açılacak. Bu yaşam hukukuna aykırı uygulamalar da “bilimsel” ve “meşru” hale getirilmiş olacak.
Krizlere sıkışmış halde siyasi pozisyonunun hatta parti olarak varlığını sürdürmeye çabalayan siyasi iktidar ne yapacağını bilemez halde yaşam alanlarına saldırı hazırlığında. Yerel yönetimlerin yenilgisini yaşamdan çıkarmaya, uluslararası mavi-yeşil fonlardan gelecek hibelerle tarımı endüstrileştirerek devam etmeye çabalayacak. Atık ticaretini hızlandırarak, yaşam alanlarını yenilenebilir enerji yatırımlarına, vazgeçmeyeceğini deklare ettiği fosil yakıt üretimlerine (kaya gazı, petrol sondajlarına, kömür madenlerine, termik santrallara vd.), su havzalarını sucul sistemi ile birlikte yapılaşmaya açarak bu süreci eş zamanlı yürütecek. Dijital yaşama geçmek için gereken teknolojiye ve bunun için AB tarafından belirlenen öncelikli madenlere vereceği izinlerle varlığını sürdürmeye çalışacak.
Bundan sonraki siyasi süreçle ilgili halkların yanıtı seçim öncesinde de sonrasında da alanlardan açıkça verildi, sanırım anlaşılmıştır.