Yaşam özgürlüğe koşuyor. Onu koruma kollama yetkisini ekoloji mücadelelerine, kadınlara, halklara teslim etti uğruna yapılacak direnişi. Sermayenin çarkının yüksek sesine, onu metalaştırmak isteyenlere, yok oluşa mahkûm edenlere inat ekoloji hareketlerine güvenerek özgürleşmeye kararlı.
Ekoloji hareketleri ise yaşam adına bu yetkiyi alalı, mücadeleye duralı yıllar oldu. Bergama’da köylüler yollara döküldü, maden şirketine, onlara izin veren, destekleyen iktidara başkaldırdı; yaşama, emeğe, doğaya yabancılaşmayacağımız; kurdu, kuşu, koyunu, toprağı, havayı, suyu, bizi zehirle boğamayacaksınız, ölüler altın takmaz, öldüremeyeceksiniz diye.
Cochabamba’da halklar; suyun sahibiyiz, yağmuru kovalara doldurup bize ait olanı çalamazsınız diye kendine silah dayayan şirketin güvenliğini karşılarında görmelerinden birkaç saat sonra -su hayattır çalamazsınız, satamazsınız- diye isyan etti. Latin Amerika’dan Güney Afrika’ya yayıldı isyan, enerji ve su şirketlerinin kontörlü saatleri tek tek söküldü evlerden, tarlalardan.
Zamana inat, halklara konan sınırları hiçe sayarak yayıla yayıla buluştu suların isyanı, derelerin kardeşliğinde, Hasankeyf’in birlerce yıllık uygarlık izinde, Allianoi’nin şifalı elleriyle buluştu kendisi için direnen halklarla.
Onu besleyen ormanlara girdiler tek tek. Yaktılar ormanları, güvenlik için dediler, kelepçeler taktılar boğazına yatağından, toprağından, can verdiği börtü böcekten, balıktan, kuştan, halklardan kopardılar, metaya çevirdiler, kilometrelerce uzağa borularla taşıdılar, aktığı geçtiği topraklarda ulus devletler yönetti bu tutsaklık serüvenini, onu koruyan birlikte zamanı bezediği halkları da kendisi gibi zorla yerinden yurdundan, geçimliğinden hafızasından kopararak, savaşlar çıkararak, zulüm ederek. Yaşamını verdiği doğadan, halklardan, yurdundan koparıldı barajların içinde can çekişirken. El koydular göçerlerin beslendiği, barındığı, koyunların, ineklerin besin alanlarına, zeytinlere, bağlara bahçelere, halkların geçimliğine. Dev iş makineleriyle girdiler meralara, yaylalara, kışlaklara maden şirketlerine teslim ettiler ona can veren her bir karış doğayı. Tehlikeli zehirli atıklarının depoları yaptılar onu besleyen yaşam alanlarını, enerji şirketleri cirit atmaya başladı oralarda, inşaat şirketleri otobanlar, beton yapılar, tüneller, mega kentler kondurdu yanan ormanların, inşaat makinelerinin kesip yok ettiği alanlara.
İsyana durdu yaşam, sular söz kurdu, fırtınalarla isyan etti, sellerle haykırdı, virüslerle tehdit etti kendine yapılanları. İsyanları yetmedi kapitale, onu destekleyen güce, onunla bütünleşen devletlere, iktidarlara, egemenlere. Gücü de kendini onarma hızı da kapitalizmin sermaye hırsını yenemedi.
Aktığı sesinin yankılandığı her yerden gezegenin her hücresinden onu zehirleyenleri boğacak sesler iş makinelerinin, savaş araçlarının, alevlerin, devletin gücünü, uluslararası kararları, yeşile boyalı projeleri aşmaya başladı. Bugünlerde Almanya’da Lutzerad köyünde köylüler toprağı suya bulayarak yaptığı çamurla boğuyor gücün silahlarını. Nükleer güzellemesi yapanlara Kıbrıs’la Sinop, Akkuyu’dan işçilerin, halkların elleri birbirine kenetlenerek cevap veriyor. Su, yaşamı koruyan onun için direnen halklara verdi bir kez yetkisini, halkın mücadelesi Amazonları koruyacağına söz veren Bolivya’nın yönetişinin kararlarına yansıyor: Amazon Ormanlarına yapılan zulüm sona erdirilecek, yağmur ormanları korunacak diye. Uludağ için giderayak şirket yapılı, güç kurumunu “yasal”laştırmaya çalışan suyun metalaştırılmasına, şişelenmesine karşı mücadele edenler “Akbelen’i vermeyeceğiz” diye ormanı 520’yi aşkın gündür nöbet tutanların yanına yola çıkıyor, “Kömüre, termik santrallere ölülerin enerjiye ihiyacı yoktur, ısınmaya da ölmeyeceğiz, Akbelen’i de vermeyeceğiz” diyerek. “Tarım alanlarını, geçimlik yaşamımızı yok eden JES’leri de GES’leri de dağları zapteden RES’leri de istemiyoruz” diyerek kapitalizmin yeşile boyadıkları stratejilerden doğanın rengini geri alarak.
Direnenler yaşamı, yaşamı da emeği de halkları da özgürleştirmeye, özgürleşmeye kararlı, vazgeçmiyorlar.
Ekoloji mücadelesi ile birey olmak, öne çıkmak, iktidar olmak, sistemin yandaşı olmak giderek eriyor, kolektif sözler buluşuyor ormanda, derenin kenarında, finans şantiyelerinde kapitalizmin çarklarına sıkıştırılmaya çalışılan her alanda, her şantiyede. Kadınlar, emekçiler, doğal varlıklar, ormanlar, dereler, börtü böcek, kuşlar, balıklar birlikte özgürlüğe koşuyor.
Su yaşama akıyor. Yaşam özgürlüğe. Yaşamı yıkanlara, emeği, ekolojiyi, kadınları erkek egemen sistemin/ iktidarların/ patriyarkal kapitalizmin kıskacına alanlara karşı tutum kendini, özünü açığa çıkarıyor. Mücadelenin dinamikleri sudan, doğadan aldıkları yetkiyi, onun gerçekliğinde büyüttüğü güveni, umudu, erkek egemenliğini, kapitalizmi yıka yıka özgürleşiyor özgürleştiriyor.
Özgürlüğün kurucusu politik özneler, kadınlar, işçiler, ekoloji, emek, meslek örgütleri siyasetin alanına çıkıyor.
Yaşam yeniden örülüyor. Ekoloji hareketleri birbirine dayanışmaya koşuyor, inanılmaz bir koşuşturma sürüyor bu toprakların bir ucundan diğerine. Halklar aralarına koyulan engelleri aşa aşa 21 Ocak’ta İstanbul’da Ekoloji Hareketleri Konferansı’nda buluşuyor. Yaşamı korumak, yeniden özgür yaşamı örmek üzere bizler varız, karar da söz de bizim, politik öz biziz diyecekler. Ve yollarına devam edecekler…
Bu koşu, bu örgü bizim. Kutlu olsun.