Rezerv alanı bir planlama, herhangi bir proje için liman, kentleşme, maden işletmesi, enerji santralları, petrol vb çıkarımı, turizm yatırımları için bütünüyle bölgenin (ormanı, suyu, kıyısı deresi, yeraltı katmanları, merası, köyü, kenti vd ile) birlikte ayrılması. Yaşan alanlarının, doğal ve kültürel varlıkların kullanımının işletmelere devri, suyun yolculuk ettiği tüm alanın, halkların yaşamının sürdürdüğü alanlarla birlikte sermaye birikimine sokulması.
Bu günlerde Hatay ‘da 6 şubat ve sonrasının yıkıcılığını yaşayan dostlarımız yaşamını kurmaya, yaralarını sarmaya çabalarken her güne siyasi iktidarın yeni bir müdahalesinin haberini alarak başlıyor. Hatay, Samandağ, Defne ve çevresinde yaşam alanlarının rezerv alanı olarak belirlendiği duyumun gerçek olduğunu her geçen gün sokağının evinin çevre çeperine kondurulan kırmızı boyalı işaretlerin konduğunu gördüğünde, kaymakamlık tarafından açılan GEDAŞ İstanbul büroları ile fark ediyor. Defne kaymakamlığının açtığı büronun Samandagʻında açılacak bir diğer şubesi ile halkı ikna çalışmaları yapılacağının ayırdında olarak. Rezerv alanı olarak ayrılan ilçelerde evleri boşaltma tebliğlerinin muhtarlar eliyle yaptırılmaya başlaması yaşamı, yaşam alanlarını koruma mücadelesi için ilk günden beri alarm verdiğini Antakya, Samandağ, Defne’de yaşayanlar çok iyi biliyor.
Hatay’ın bütünüyle Şirketlere devri için bakanlıklar ilk günden itibaren devrede, valilik ve kaymakamlıklar görevini aksatmadan sürdürüyor. Basında çıkan haberlere göre Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bu konunun tanıtıcıları arasında, İstanbul 3. Havalimanı ile yaşamları katleden İGA şirketleri, Kalyoncu vd. leri dünyanın dört bir yanında Hatay’ı “marka kent” olarak uluslararası sermayeye pazarlamaya çalışıyor. Tıpkı Küçükçekmece Lagünü- Durusu- Kilyos Havzasını “Kanal İstanbul ve Yeni şehir rezerv alanı olarak ilan edilip, üst ölçek planlardan başlayarak bölgenin bütününün parça parça sermaye alanı olarak şirketlere devredildiği gibi. Bölge halkının hayvancılık yapmasının yasaklanması, ahırlardan başlayarak evlerinin boşaltılması, tapulu arazilerine, evlerine, barklarına el konulması gibi.
Bu pazarlama ve saldırının ilk aşaması bölgenin Turizm Bakanlığı ve yaklaşık bir yıldır Hatay kent planı üzerinde çalışan Türkiye Tasarım Vakfı (TTV)’nın, Bakanlıklar ile imzaladığı “Hatay Kent Planı” protokolü. Bu süreci inşa edenler arasında İBŞB Bşk. Ekrem İmamoğlu döneminde kurulan İstanbul Planlama Ajansı (İPA)’nın desteği de var. Hatay’da da “Hatay Kent Planlama Merkezi” oluşturuldu. Tüm bunlar yaşanırken 11 haziran da, iki gün önce Hatay Kent Koruma Kurulu Kararı olarak, kentteki tarihi mekanları yalıtarak oluşturulan, kültür varlıklarını yaşamdan, halkların ve bölgenin belleğinden, ekosistemlerden, kentin dokusundan koparan, ayrıştıran koruma adı altında kültür turizm mekanları yaratmayı hedefleyen karar oluşturuldu ve askıya çıktı.
TMMOB Mimarlar Odası Şube Başkanı Mustafa Özçelik’in açıklaması Hatay Koruma Kurulu Kararını da Samandağ, Defne vb yerlerde yürütülmeye çalışılan koruma amaçlı değil egemen sistemin varlığını sürdürmesi amacıyla nasıl inşa edildiğini, bu inşa sürecine katılan diğer aktörleri de açıkça ortaya koyuyor. “Bakanlık (ÇŞİDB) Toplu Konut İdaresi (TOKİ) eliyle, depremden zarar görmeyen kent çeperindeki boş Hazine arazilerine ve kamulaştırılan arazilere afet konutları yapıyor. ikinci olarak Valilik, kent planının Hatay Büyükşehir Belediyesi ve Bakanlık tarafından oluşturacağını duyurdu. TTV’nin ÇŞİDB ve Turizm Bakanlığı ile imzaladığı protokol dışarda bırakıldı. Kent içinde binaları yıkılan ve hala konteynerlerde yaşayan ya da başka kentlere göç eden depremzedelere konut yapımı önceleniyor. Üçüncü olarak TTV’nin koordinatörlüğünde Antakya’nın kent merkezi için hazırlanan pilot uygulamada, yetkin 16 mimarlık bürosunun projesi yer aldı”.
Sanırım yaşamın ve yaşam alanlarının şirketlere devredilmesini, doğal ve kültürel varlıkların koruma adı altında kullanma tahsisini Türkiye’de yaşamayan köy, kent, mezra kalmadı.
Bunu su kullanım hakkı anlaşmaları ile tekrarlanmak üzere 49 yıllığına derelerde ve derelerin akış alanında yaşadık, yaşıyoruz. Termik- Çimento- liman- baraj-depo alanları- konveyör bantları- yolları ile Akbelen orman havzasında yaşadık, yaşıyoruz. Bunu Marmaris’te yanan ormanlarının, kıyılarının, Simpaş şirketine kıyısı, denizi, ormanlık alanı ile turizm amaçlı devredilişinde ve tüm yaşama aykırı hukuksuzca yürütülen süreçlerinde yaşadık. Bunu Mezopotamya havzasında Munzur’un sularının tutuklanmasında yaşadık. Peri vadisinde bölgenin yaşam alanlarının birbirinden koparılmasında yaşadık. Kürdistan coğrafyasında Mezralarda yaşayan halkların evleri barkları, meralarla, bağlar bahçelerle birlikte yakılmasının ardından bölgenin güvenlik! gerekçesi ile halklara yasaklanmasında, halkların yaşamından evinden barkından koparılmasında yaşadık. Bu toprakların bellekleri yok edilirken Hasankeyf’de, Allianoi ‘de, Diyarbakır Sur İçi’nde, Halfeti’in sular altında bırakılmasında, İstanbul Sulukule’de yaşadık. Yaşamın belleğinin yok edilerek bize düşen sonuçlarını ağır bedellerle ödüyoruz. Yaşam yok edilirken, sermaye birikimine sokulurken eksiliyoruz.
O yüzdendir inadımız, o yüzdendir vazgeçmeyen direnişimiz yan yana gelişlerimiz, yaşamı koruma kararlılığımız. Samandağ, İstanbul kuzey ormanları, tarım alanları, su havzaları, yaşam sistemin tüm aktörleri ile yok edilmeye çalışılırken buna izin vermeyeceğiz.