Kadının varlığı ile yarattığı mücadele ruhu her yerde ve her zaman, erkeği ve sistemini saldırıya geçirmeye yetmiştir. Ama yılmadık vazgeçmedik, kadın mücadelesi erkek egemen sistemi değiştirinceye kadar devam edecek
Seher Tümer
“Kadına darağacına çıkma hakkı tanınıyor, öyleyse kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır.”
Fransız devrimi sürecine öncülük eden kadınlardan biri olan Olympe de Gouges bu sözleri 1791 yılında söylemiş. 250 yıla yakın bir zamandır kadınlar hala hakları için mücadele ediyor. Öncesi de var tabi öncesi ile birlikte toplam bir tarih belirtmek çok mümkün değil ama mevcut eril zihniyetin kendi sistemini inşa etmeye başladığı çağlardan beri binlerce yıl diyebiliriz.
Yine aynı dönemde kadın ve yurttaş hakları bildirgesinin girişi “ adam sen adil olabilir misin? Sana bu soruyu bir kadın soruyor en azından bu hakkı ondan alamazsın. Söyle bana, benim cinsimi baskı altına alan iktidarı kim verdi sana?” diyerek başlıyor ve erkek egemen zihniyeti sorguluyor bildirge.
Kadına, kadının özgür yaşamına yönelik saldırıların tarih içerisinde her dönem birçok yöntem geliştirilerek büyüdüğünü ve yaşamın her alanına yayıldığını biliyoruz. Doğduğumuz evlerden, oyun oynadığımız sokaklara, okuduğumuz okullardan çalıştığımız işyerlerine mücadele ettiğimiz alanlara kadar her yerde çok güçlü bir saldırı sistemi oluşturdu erk aklı. Çok güçlü ve bir o kadarda sistemli saldırılar karşısında tabi ki kadınlarda kendilerini savunmak için birçok yol yöntem geliştirmek zorunda kaldılar. Özgür yaşamın inşasını geliştirmek için kadınların oluşturduğu mücadele yöntemleri bir yandan mevcut sistemi dumur ederken, bir yandan kadın mücadelesine saldırılarının oranını da artırıyor ve çeşitlendiriyor. Kadınların yan yana gelmesi, aynı yerlerde tesadüfen bulunmaları ve hatta gülmelerinin bile tehlikeli olduğunu suç sayabilecek yasal, inançsal, geleneksel argümanlar oluşturup kadını her koşulda suçlu ilan eden bir yapıyla karşı karşıyayız. Biliyoruz ki onların zihniyetlerine göre kadın olmanın kendisi bir suç hali. Suçlu doğuyoruz, suçlanarak büyüyoruz. Hep eksik, hep yarım, hep muhtaç olmamız bekleniyor.
Yakın zamanda TJA’lı kadınların yargılandığı davada karşıda, yargı makamında oturanlar yine erkekti ve yine aynı sorular zihnimizde. Adam sen adil olabilir misin? Yargılamaya konu neydi ki adalet beklensin. Kadınların yürüttükleri özgürlük mücadelesi mi, kadına yönelik şiddete karşı durmak mı, kadın katliamlarını durduracağız demek mi, yoksulluğun kadınlaşmasına karşı mücadele etmek mi? Aslında bütün bunların yargılama konusu olamayacağını bilen sistem, kadınların bu mücadelelerini itibarsızlaştırmak, kadınları yargı kıskacıyla korkutmak ve yalnızlaştırmak için bir mücadeleye girmişti. Yargılama adı altında ortaçağ cadı avlarını, Fransız devrimindeki kadınların yaşadıkları yargılamaları andıran bir süreç yürütme telaşındaydılar. Yeniden şeytan ilan edilmeyle karşı karşıyaydık, yeniden evlerimize klasik kadınlık rollerimize gönderilmekle karşı karşıyaydık. Çünkü mevcut yargılamada kadınların yürüttükleri mücadelenin yanında günlük yaşamları da yargılama konusu edilmişti. O kadar kendilerine güveniyorlardı ki suçun tanımının bir sınırı yoktu.
Tanrıçaların kızlarıydık, Lilith’in mirasçıları, Sakinelerin, Nagihanların yoldaşlarıydık. Mümkün mü bizi yıldırmaları, korkutmaları, mücadeleden vazgeçirmeleri? Orda sanık sandalyelerinde oturan ve kendilerini savunan kadınlar savunmaları ile yargılayanlara adam sen adil olabilir misini sorgulatmadılar sadece. Kadının tarihini, mücadelesini, korkusuzluğunu ve dahi haklılığını da o kadar güçlü savundular. Olympe de Gouges’e avukat hakkı tanımamıştı dönemin mahkemesi, yüzlerce yıldır her platformda kadın mücadelesini savunan kadınların da aslında avukata ihtiyacı yoktu. Çünkü kadınlar mücadelenin kendisi olmuştu, bu mücadeleyi onlardan daha iyi kim savunabilirdi ki?
Herkesin kendine göre bir kadın tanımı var. Kadın nasıl olmalı diye tarifleyen erkeklerin her gün boy boy görüntülerinin, konuşmalarının yayınlandığı günümüzde o tariflerin dışında olmanın hepsi suç. Yargılama esnasında gördüklerimiz de tam olarak buydu. Tam olarak erkek aklın tariflediği kadın olmanın dışına çıkmaktan kaynaklı suçlamalarla cezaevine gönderilmişti kadınlar. Şimdi bu suçlamalara karşı korkusuzca erkek aklın tariflediği kadın olmayacaklarını savunuyorlardı. İşte tam burada soru sormak gerekiyor erkeklerin, her birinin kendine göre tariflediği bir hayatı yaşamak mı? Yoksa xwebun(kendi) olmak, kendinin olmak mı?
Tarihten bugüne kadar kadınlar, her mecrada ‘’kendi olma’’ mücadelesi yürütmüştür ve bu mücadele, erkek egemen iktidarcı sistemin varlığını sarsan niteliğini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Kadının varlığı ile yarattığı mücadele ruhu her yerde ve her zaman, erkeği ve sistemini saldırıya geçirmeye yetmiştir. Ama yılmadık vazgeçmedik, kadın mücadelesi erkek egemen sistemi değiştirinceye kadar devam edecek.