Süreçsel olarak yaşananlar Kapitalist Modernite güçlerinin hem evrensel anlamda hem de bölgesel olarak iktidar-sermaye güçlerine dayalı sistemlerin sürdürülemezliği ortadadır. Buna rağmen yine de aynı güçlerin çıkışı, var olan kaos aralığında kendi lehlerine döndürmek açısından, krizi fırsata çevirme amaçlı kendisine yeni alanlar ve her alanı bir anlamda sermayesine, gücüne güç katma çabası hızla, durmadan sürüyor ve haliyle talanı hızlandırdığı açıktır. Bununla birlikte sadece yaratılacak bir ekonomi ile olamayacağını bilen sermaye-iktidar ilişkisi istediği düzeyi yakalamak anlamında bunu yönetimsel anlamda iktidarların siyasal erkinin de desteğiyle bunu tamamlamak istemektedir. Daha birkaç gün öncesinde ortaya çıktığı üzere Kanal İstanbul ihalesi öncesi yasal anlamda mevzuat yönünden proje alanında var olan ormanların orman vasfından çıkarılacağı gerçeği açıkça bu durumu destekler niteliktedir.
Buna karşıt sistem karşıtı hareketlerin yaşananlarla beraber sorunun sistemin kendisinde görmeyen güçlerin dahi bir anlamda meselenin büyük olduğu ayırdına vardıklarını göstermektedir. Kapitalist Modernite’nin acemi bir çaylak gibi ayakların üstünde durmasından itibaren sonrasında büyüyerek kendisini ezel-ebet göstermesi karşısında sistem karşıtı hareketlerin de bu anlamda artık var olana karşı, hakikate giden kapının bir olduğu ve bir olmak gerektiğini görebilmektedir. Mücadelede birliği sağlamak gerçeğini ortaya koymaktadır.
Ve ülke olarak son günlerde yaşananlar doğa talanın hız boyutunu göstermektedir, bununla birlikte bütünsel anlamda hem neoliberal politikaların yarattığı sermaye ile ülkedeki sermaye güçlerinin iktidarla beraber siyasal erkin bir anlamda yarattığı fırsatları ile bugün sermayenin girmediği yer altından yer üstüne gözle görülebilen ne varsa iktidar-sermaye iş birliğine hedef olmaktadır. Ülkenin patolojik bir hastalığı olan kendinden öte dışarıda kalan her/kes ve her şeyin düşman olarak görüldüğü düzlemde bugün toprağı, dağı savunan köylüsünden halklara, doğa savunucularına baskısı açıkça görülmektedir.
Salgın süreci ile beraber Bursa/Kirazlı’da toprağını savunan köylülerin dayakla gözaltına alınması, yine birkaç hafta öncesinde Munzur Çevre Derneği yönetim kurulu başkanının tutuklanması, sonrasında birkaç hafta geçmeden Halkların Demokratik Partisi’nin düzenlediği Ekoloji buluşmasına katılan yöneticileri Dersim’de Peri’ye yapılmak istenen HES’lere karşı mücadele sebep gösterilerek gözaltına alındı. Bunun yanında yine Salihli Çapaklı köyünde biyogaz tesisi istemeyen köylülerin karşı çıkışına şiddetle cevap verildi.
Aynı zamanda Alamos Gold şirketinin ve ortağı olan Biga madencilik tarafından altın arama için Kaz Dağları’nda kestikleri/kesecekleri binlerce ağaca karşı duran ve direniş çadırları kuran Kaz Dağları direnişçilerinin mücadelesi 1. yılını doldururken selamlama ve mücadelenin birliği amacıyla Çanakkale’ye giden yüzlerce doğa savunucusu daha varmadan koronavirüs sebep gösterilerek valilik tarafından toplanma ve gösteri yasağı koyuldu. Sonrasında ise yolları kesilen doğa savunucuları şiddetle gözaltına alındı ve sabaha doğru serbest bırakıldılar.
Sonuç itibarıyla yaşanan baskı ortada ve fakat bazı şeyleri görmek gerekir, doğayı savunmak, yaşamı savunmak olduğu gerçeğini unutmamalı, öyle ki dağları, dereleri, toprağı, ormanı yok ettikten sonra kentsel düzenlemelerde şehirler içine yaptığınız yeşil düzenleme adına yaptığınız parklar size de çocuklarınıza da yetmeyecektir. Ve uzun vadede koca bir ekosistemin yıkımını yaratacaktır, bunun yanında doğayı savunmak sizin ve çocuklarınızın geleceğini savunmaktır.
Hal buyken insan olmak/insanlaşmak; dereyi, toprağı, suyu, ağacı, havayı canlıyı savunmak suç değil görevdir. Ve “yaşamak” Ataol Behramoğlu’ndan bir alıntıyla:
Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak, insan kalarak…