İki gün önce (29 Kasım 2023 tarih 32384 sayılı) suların paylaşımı için bir kararname (157 nolu KHK) yayınlandı. 1992 Dublin, Rio de Janeiro sürdürülebilir kalkınma ve suyun ve su havzalarının sermaye birikimine sokulması kararları ile yürürlüğe sokulan 1996’da BM Dünya Su Konseyi’nin kurulması ile idari yapılaşmasının temeli atılan sürecin Türkiye’de son dokunuşlarından biriydi bu sözleşme. 2003’te su kullanım anlaşmalarını belirleyen DSİ yönetmeliği ile başlatılmasının ardından bugüne değin ne akan yüzey suyu (deresi, pınarıyla) ne yer altı suyu ne de o suların havzası (ormanı, merası, ovası, deltası ile) şirketlerin kullanımına sokulmadan kurtulan olmadı Türkiye’de.
Yaşam alanlarında süren bu işgalin, sömürünün sonuçlarını, acımasızlığını tüm canlı yapılar şiddetle yaşarken neredeyse aynı saatlerde suyun ticarileştirilmesinin idari yapılanmasının son dokunuşları siyasi iktidarın yürütücüsü tarafından KHK ile yayınlandı. Son birkaç gündür sellerin yarattığı yıkımları halklar, canlılar yaşarken yasama ve yürütmeden sorumlu tek kişi beyannamesi ile bundan sonraki paylaşımların yöntemleri duyuruldu.
Yaşanan felaketlerle eş zamanlı yayınlanan suyun ve su havzalarının paylaşımına dair idari yapıların oluşumu hakkındaki KHK’nin 2. Md’si (ğ) bendi kalkınma planları, yıllık programda öngören hedefler doğrultusunda ilişkilerin yürütülmesini hedefliyor. Kurulacak ulusal su kurulu (KHK 5. Md ile); Çevre Şehircilik, İklim Değişikliği, Tarım Orman, Enerji Tabii Kaynaklar, Ulaştırma Bakanlığı Strateji Bütçe Başkanlığı Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı yetkilileri, TOBB ve Belediyeler Birliği’nden bu işi yürütecek. Kurul su kaynaklarının sürdürebilir yönetimine ilişkin alınacak tedbirlere uygulanacak politikalardan, stratejilere kadar yetkili olacak. Su havzasında konuşlanmış şirketlerin su paylaşımına yönelik kararlar alacak. Havza ölçekli yönetim planları oluşturacak (Md6). Dolayısı ile bakanlıkların ve TOBB gibi şirket temsilcilileri ile birlikte su havzasının en küçük birime kadar müdahale edilebilecek kurullar oluşturularak daha DSİ’ye verdikleri yetki ile donanmış bir idari yapı tanımlanıyor.
Tüm bunlar yasallaştırılmaya çalışılırken yıllardır müdahale ettikleri yaşam alanlarından alarm yükseldi. Batman Seyitler’de yoksul halkın evlerini, hayvanlarını, canlarını alan, yağışı taşıyamayan derelerin baskınına uğradı. Batman halkından küçükbaş hayvanlardan can kaybının yaşandığı olayın ardından yıkım alanındaki gerçekler açığa çıkmaya başladı. Sel yoksulları vurdu, dere yatağını kuşatan evleri, beton yolları, derenin doğal yatağında kurulu ne kadar yapı varsa akışının içine alıverdi. Büyük olasılıkla dere havzasının üst kotlarında onu tutacak ormanların yok edildiği alandan gelen sular akışının içine kurulu olanları içine aldı.
Bursa Mudanya zeytinbağı, Trilye köyünde yaşananlar, Çanakkale Yenice ve Kalkım beldesinde tarım alanlarını akışının içine alan derelerin isyanı, Balıkesir Edremit ilçesi Zeytinli Çayı, Kızılkeçili Çayı’nın kendini tutsak eden beton yollara saldırısı yıllardır devlet tarafından, siyası iktidarın yönetimi ile sürdürülen yaşamı yaşam alanlarını şirketlerin sermaye birikimine sokma ve yaşam alanlarını sokma çabalarının sonucu. Bu siyasi yapılanma ve kapitalizmin yaşam alanlarına üzerinden kendisini yeniden üreterek sömürme ve paylaşımı sürdükçe her facia bir diğerinden daha yıkıcı olacak. İklim değişikliği mistisizmine sokmaya çalışanlar sorunun nedeni ortadan kaldırdıkça yaşanan faciaların nedeni de meşrulaşmış olacak: İklim değişikliği.
Akkuyu Nükleer Santrali soğutma sularının deniz ısınmasına ve ekolojik yaşama etki edeceği hakkında açılan davaya bakanlık bilirkişisinin görüşünün; tıpkı bakanlık adına konularak isim adına yapılanların meşrulaştırılması gibi olası etkinin olağan olduğu, Akdeniz suyunun ısısının iklim değişikliği senaryolarına uygun olduğunu belirtir raporunda olduğu gibi.
Seli yaşayan alanlara bakın lütfen ya akışın olduğu yerler kuru dere yatağı kabul edilerek betonlanmıştır ya DSİ tarafından dere yatağı beton kanala alınıp yer altı ile ilişkisi kesilmiştir ya da dere yatağından geçirilen köprüler yatağı daraltarak dere kıyılarına oturtulmuştur. Dereyi pınarından başlayarak izlerseniz onu koruyan tutan ormanların, meraların, yer altı katmanlarının delik deşik edilip yok edildiğini de görebilirsiniz. Ya da tümü birden.
Bu sorunu çözmek zor değil.
Su kullanım anlaşmalarını iptal edin. Şirketlerin sermaye birikimine sokulan suları özgür serbest bırakın. HES’lerle tutuklanan suları bırakın. Dokunmayın ormanlara, onları orman vasfından çıkarıp yapılaşmaya, maden işletmelerinin sermaye birikimine, enerji şirketlerinin işgaline sokmayın. Delik deşik etmeyin dağları tünellerle, otobanlarla, taş ocakları, kömür ocakları ve diğer kritik hammadde diye kararnameler çıkarttığınız lityum, krom, nikel vd. değerli dediğiniz altın, gümüş vb. maden işletmeleri ile. Dere yataklarını ıslah adı altında beton kanallara hapsetmeyi, yatağını daraltan köprüleri derenin üstüne, beton yolları yanlarına yaparak kente hizmet sunuyoruz sanmayı. Bırakın doğal varlıkları, doğal alanları sermaye birikimine sokma çabalarını bir kenara. Bırakın, sular yeryüzünde, yer altında yatağında özgür aksın, ormanda, meralarda uzun zaman dinlensin, yolculuğu boyunca tüm canlılara yaşam versin, ekosistemler özgür olsun. Su döngüsünü özgürce sürdürsün…
Yaşadığımız bu faciaların birden yok oluşuna, bugünden yarına hızlıca tanık olamayız ama emin olun giderek azalacak yaşadığımız bu katliamlar. Vazgeçin betona ve sermaye birikimine tutsak etmeyi yaşamı…
Unutmadan söyleyelim, boşuna TOBB gibi şirket temsilcilerinin şirket lehine karar verenlerle sürdürdüğünüz, KHK’larla ticarileştirme ve el koyma süreçlerini meşrulaştırmalar. “Yasal”laştırılmaya çalışılan ulusal su kurulu, Türkiye karbon piyasası kurulu gibi kurullar ve o kurulların alacağı yaşama aykırı tüm kararlar yok hükmündedir bizler için. Ekoloji, kent mücadelesi veren politik örgütler, emek, meslek, kadın örgütleri, halklar için. Biline…