Biz ekonomik krizin derinleşmesiyle sistemin alt üst olmasını ve devrimci demokrasi seçeneğinin güçlenmesini beklerken deprem tüm süreci belirledi. On binlerce insanın hayatını kaybettiği, milyonlarcasının hayatının alt üst olduğu, geriye kalan nüfusun büyük çoğunluğunun da olası depremler riskiyle yaşadığı bir ülkede deprem gerçeğinin birinci dereceden belirleyen olması doğaldır. Seçim sürecinde ortamın ciddi anlamda politize olduğu düşünüldüğünde deprem bölgesinde hayatın yeniden kurulması, olası depremler için dirençli kentler inşası için yükselteceğimiz mücadeleyi daha görünür hale getirmeliyiz.
Bu seçimlerin Saray rejimine kaybettirilmesi anlamında öneminden herkes bahsediyor. Depremle birlikte iyice köşeye sıkışan Saray rejimi büyük bir sürpriz olmazsa kaybedecek gibi görünüyor. Kılıçdaroğlu’nun depremin ikinci günü “hizalanmayacağım” çıkışı ile öne atılması, Akşener’in masadan kalkıp sonra kös kös geri gelmesiyle süreç restorasyoncu güçler açısından netleşmiş görünüyor. Kılıçdaroğlu’yla birlikte 6’lı masadaki diğer genel başkanların ve yetmez diye düşünülüp İmamoğlu ve Yavaş’ın da cumhurbaşkanı yardımcısı olduğu bir yönetim. Kılıçdaroğlu’nu kontrol altında tutmak için bunca çabaya gerek var mıydı acaba? HDP’nin oyunu isteyip kendini yok sayan ahmaklar gibi davranmamasının, daha “politik” davranmasının altında ciddi bir “demokratlık” arayacak değiliz. Ancak Millet İttifakı adında bir araya gelen restorasyoncu güçlerin değişime ne kadar kapalı olduklarını bu süreç çok net göstermiştir. Akşener’in masaya geri dönmesi bile toplumsal baskı ile sağlanabilmiştir.
Saray yanlıları dışında kalan toplumun büyük bir kesimi Saray’dan kurtulmaya konsantre olmuş durumda. Bu önemli bir kazanım olacaktır. Bu çok net. Ancak bu süreçte bizler devrimci demokrasi seçeneğinin programını yeterince tartıştıramaz ve örgütleyemezsek yine kaybeden taraf oluruz. Emek Özgürlük İttifakı’nın Kılıçdaroğlu’na neredeyse koşulsuz destek vermesini bekleyenler azımsanmayacak oranda. Bunun böyle olmasında Emek Özgürlük İttifakı içindeki bazı unsurların da payı var elbette. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı kesinleşir kesinleşmez destek açıklaması yapmak en azından politik olarak acemilik olarak okunabilir. HDP’ye gelmeden önce oy oranı %1’i bile bulmayan partileri dolaşan Kılıçdaroğlu ve heyeti HDP görüşmesi sonrası başta Kürt sorunu olmak üzere kimi kritik konularla ilgili yapılacak açıklamayı çalışıyor olmalı.
Emek Özgürlük İttifakı’nın seçime nasıl gireceği de ciddi bir tartışma konusu olmuştur. İttifakın dağılmadan seçime ortak girme kararı alması ve Sol Parti’nin de büyük olasılıkla ittifaka dahil olması olumlu gelişmelerdir. Restorasyoncu seçeneğin olası iktidarında güçlü bir “sol” seçeneğin mücadele dinamiği oluşturması devrimci demokrasi seçeneğinin güçlenmesine hizmet edecektir. Bu seçeneğin mecliste temsilinin boyutundan daha önemlisi mücadele programının netleşmesi ve tabanda örgütlenmesidir. Emek Özgürlük İttifakı’nın en önemli sorununu kim kaç vekil istiyor pazarlığında değil meclis dışı mücadele dinamiklerini birlikte örgütleme iradesindeki eksikliğinde aramak gerekiyor.
Saray rejimine kaybettirilmesinin emekçi halklarda açığa çıkaracağı moral üstünlüğün de meclis bileşeninde açığa çıkacak dengelerin de önümüzdeki sürece etkilerinin farkındayız. Ancak süreç bazı sıkıntıları da beraberinde getirecektir. Seçimle kaybeden Saray rejimi bir kenara çekilip yenilgiyi kabul etmeyecektir. Trump’ın ve Bolsonaro’nun yaptıklarını hatırlayalım. Sandıkla gitmezler demiyoruz ama seçim sürecindeki olası provokasyonlara ve sandığın sonuçlarını kabullenmeme durumlarına hazırlıklı olmalıyız. Seçim sonrası da “muhalefet etme” ve saldırılarına devam etme kapasitelerini hala koruduklarını görmek gerekiyor. Restorasyoncu güçlerin bu durumlara ne kadar hazırlıklı olduğu ve nasıl tutum alacakları soru işaretleri ile doludur.
Bir diğer önemli konu restorasyoncu güçlerle ideolojik mücadeleyi güçlü bir şekilde yapmamız gerektiğidir. Yaşam hakkımızın her alanda ve zeminde tehdit altında olduğu gerçeği üzerinden ciddi bir mücadele programı oluşturmalıyız. İşçiler iş cinayetleriyle, tüm toplum depremlerle, kadınlar ve LGBTİ+’lar erkek şiddetiyle, yoksullar ekonomik buhran yüzünden ölümle burun buruna yaşıyor. Önümüzdeki dönemde en temel hakkımız olan yaşam hakkımızı savunmak için ciddi bir mücadele dinamiği ortaya koymak zorundayız. Depremle açığa çıkan muazzam dayanışma dinamiği sandığa sığmaz, sığmamalıdır da. Restorasyoncu güçlerin sınıfsal yapıları gereği yaşam hakkımızı koruma kapasitesi son derece sınırlıdır. Biz ciddi bir şekilde örgütlenip kendimizi ortaya koymazsak burjuvazinin dirençlerine karşı koyarak ne iş cinayetlerini engelleyecek ne de depreme dayanıklı kentler yapacak duruşları ve perspektifleri yoktur. Ancak biz gereğini yapmazsak bir süreliğine de olsa rol çalabilirler. Bu da bize zaman kaybettirir.
Bu süreci radikalizm penceresinden okuyanlar da var. Reformlar çağının kapandığını, hükümet değişikliği ile faşizmden kurtulamayacağımızı, zaten AKP öncesi de faşizm olduğunu söyleyen siyasi yapılar var. Madem ki reformlar çağı kapandı, EÖİ’nın Kılıçdaroğlu’nu desteklemesinin bu yüzden yanlış olduğunu ve ayrı aday çıkarmak gerektiğini savunan arkadaşların mecliste vekil bulundurmaları hatta “yasal parti” ile mücadele etmeleri çelişkili olmuyor mu? Faşizmin Türkiye’de hep var olduğu tespitine katılmıyoruz. O daha uzun bir tartışma konusu. Ama en azından AKP’nin ilk yıllarında 2000’li yılların başında AB’ne gireceğiz diyen yetmez ama evetçi liberaller kadar olmasa da toplumsal mücadeleyi “basın açıklamaları”na kitleyen yaklaşımın günahlarının muhasebesini yeterince yaptık mı? Türkiyeli sosyalistlerin bu dönemdeki en önemli sorunu yeterince radikal olmamak değil, stratejik olarak yenilenememek ve bağımsız hattını inşa edememektir. Radikalizm de bu bağlamda ele alınmadığında suni ayrımlar koymaya yarayan bir aparata dönüşüyor maalesef.
Saray rejiminden kurtulmak artık hayat memat meselesidir. Neoliberalizmle hemhal olmuş bir otoriter rejim her türlü keyfilikle tüm toplumun en temel hakkı olan yaşam hakkını gasp etmektedir. Ondan kurtulacağız ama yetmez, geleceğimizi yeniden kurmak için devrimci demokrasi seçeneğini büyütmek en önemli görevimizdir.